Hassas Ayar argümanı - Robin Collins


I. GİRİŞ
İnce-Ayar Kanıtı
Farzedin ki bir görevle Mars’a gittik ve içerisinde bütün her şeyin,
hayatın var olmasına elverişli bir tarzda düzenlenmiş olduğu bir kubbeli
yapı bulduk. Örneğin, sıcaklık 21 °C civarında, nem oranı ise %50’ye
ayarlanmış; ayrıca, bir oksijen geri-dönüşüm sistemi, bir enerji toplama
sistemi ve tam tekmil bir yiyecek üretim sistemi vardı. Daha basit bir
ifadeyle, kubbeli yapı, tümüyle işlevsel bir biyosfer gibi gözüküyordu.
Bu yapıyı bulmuş olmaktan nasıl bir sonuç çıkarırdık? Onun tesadüfen
oluştuğu sonucunu mu çıkarırdık? Kesinlikle hayır. Bunun yerine, biz
ittifakla, onun akıllı bir varlık (intelligent being) tarafından tasarlandığı
sonucuna varırdık. Neden böyle bir sonuç çıkarırdık? Çünkü bir
akıllı tasarımcı, o yapının varlığı için tek makul açıklama olarak ortaya
çıkmaktadır. Yani, düşünebileceğimiz tek alternatif açıklama—o
yapı doğal bir süreç tarafından oluşturulmuştur açıklaması—oldukça
ihtimal-dışı gözükmektedir. Elbette mümkündür ki, örneğin, bir volkanik
patlama vasıtasıyla çeşitli metaller ve diğer bileşimler oluşmuş
olabilir ve daha sonra tam da bu “biyosfer”i üretecek bir tarzda ayrışmış
olabilir; fakat böyle bir senaryo bize fevkalade ihtimal-dışı gelir,
dolayısıyla bu, alternatif açıklamayı akıl almaz kılar.
Fizik alanındaki son dönem bulgulara göre, evren böyle bir
“biyosfer”e benzer. Evrenin temel yapısı hakkındaki hemen hemen
her şey —örneğin, fiziğin temel yasaları ve parametreleri ve madde
ve enerjinin başlangıçtaki dağılımı— hayatın oluşması için bıçak ağzı
gibi ince bir dengeye oturtulmuştur. Ünlü Princeton fizikçisi Freeman
Dyson’ın kaydettiği üzere, “Fizikte bir çok … şanslı tesadüfler
(accidents) bulunmaktadır. Böylesi tesadüfler olmaksızın, su sıvı halinde
var olamazdı, karbon atomları zinciri karmaşık organik moleküller
oluşturamazdı ve hidrojen atomları moleküller arasında kırılabilir
köprüler oluşturamazdı” (1979, s.251)—kısaca, bildiğimiz haliyle
hayat imkansız olurdu.
Bilim adamları ve diğerleri, hayat için evrenin temel fiziksel yapısındaki
bu fevkalade dengelemeyi, “kozmosun ince-ayarı” diye adlandırırlar.
Bu mesele, özellikle 1970lerin başından bu yana filozoflar,
teologlar ve bilim adamları tarafından tartışılagelmektedir; sonuçta,
konu üzerine birçok makale ve kitap yazılmış bulunmaktadır. Bugün
birçok kişi, bunun, Tanrı’nın varlığına dair son dönemlerin en ikna
edici argümanını sağladığını düşünmektedir. Mesela, teorik fizikçi ve
popüler bilim yazarı Paul Davies, evrenin temel yapısıyla ilgili olarak,
“tasarımın bıraktığı izlenim başdöndürücüdür ” (Davies, 1988, p.203)
şeklinde bir iddiada bulunmaktadır.3
Hayata dair ince-ayar, dört ayrı türe ayrılır, ki her birini aşağıda
kısaca tartışacağız:
(i) Fizik yasalarının ince-ayarı
(ii) Fizik sabitelerinin ince-ayarı
(iii) Evrenin başlangıçtaki hallerinin ince-ayarı
(iv) Evrenin daha üst düzey bazı özelliklerinin ince-ayarı, mesela
kimyasal elementlerin çeşitli nitelikleri
Fiziksel yasaların ince-ayar edildiğini söylemek şu demektir ki eğer
yasaların tam doğru kombinasyonları olmasaydı, kompleks, akıllı hayat
muhtemelen imkansız olurdu. Örneğin, günümüz fiziğine göre, tabiatta
dört kuvvet bulunmaktadır: yerçekimi-kuvveti, zayıf kuvvet, elektromanyetizma
ve bir atomun içerisindeki proton ve nötronları bir arada
tutan güçlü nükleer kuvvet. Bu güçlerin her birinin varlığı, karmaşık
hayat için zorunludur. Yerçekim-kuvveti olmasaydı; kütleler, yıldızları
veya gezegenleri oluşturacak şekilde kümelenmezlerdi ve dolayısıyla
kompleks, akıllı hayatın varlığı, imkansız kılınmasa bile, ciddi bir
şekilde engellenirdi. Eğer elektromanyetik kuvvet olmasaydı, kimya
diye bir şey olmazdı; eğer güçlü kuvvet olmasaydı, proton ve nötronlar
bir arada tutulmazlardı ve bu sebeple atom numarası hidrojenden
daha büyük olan hiçbir atom var olamazdı; ve eğer kuvvetli güç, çekirdek
(nucleus) içinde sadece protonlar ve nötronlar arasında iş gören
kısa-erimli kuvvet yerine (çekim ve elektromanyetizma gibi) uzun
erimli bir kuvvet olsaydı, bütün madde ya neredeyse nükleer füzyona
maruz kalır ve patlardı veyahut da bir kara delik oluşturacak şekilde
hep beraberce soğurulurdu.4 Dolayısıyla buradan çıkan şudur ki eğer
bu kuvvet yasalarından biri var olmasaydı, kompleks, akıllı yaşam imkansız
olmasa bile, çok daha az muhtemel olurdu.
Benzer şekilde, diğer yasalar ve ilkeler kompleks yaşam için zorunludur:
fizikçi Freeman Dyson’un tesbit ettiği üzere (1979, s.251),
eğer hiçbir iki fermionun aynı kuantum durumunda bulunamayacağını
dikte eden Pauli-dışlama (Pauli-exclusion) ilkesi var olmasaydı,
bütün elektronlar en alt seviyedeki atomik yörüngeyi işgal ederdi ki
bu da kompleks kimyayı ortadan kaldırırdı; eğer parçacıkların, sadece
ayrık, izinli kuantum durumlarını işgal edebileceklerini öğreten kuantizasyon
ilkesi olmasaydı, hiçbir atomik yörünge var olmazdı ve dolayısıyla
kimya diye bir şey var olmazdı, zira bütün elektronlar atom
çekirdeğinin içine soğurulurdu.
İnce-ayarın özellikle önemli başka bir kategorisi, fizik sabitleri kategorisidir.
5 Fizik sabitleri, fizik yasalarıyla irtibatlandırıldığında evrenin
temel yapısını belirleyen bir dizi temel sayılardır. Böylesi bir sabitin
örneği, Newton’ın çekim yasasının (F=GM1M2/r2) bir parçası olan
yerçekimsel sabit G’dir. Özü itibariyle G, iki kütle arasındaki çekimin
şiddetini belirlemektedir. Örneğin, eğer biri G’nin değerini ikiye katlayacak
olsaydı, o zaman iki kütle arasındaki çekim kuvveti ikiye katlanırdı.
Tabiattaki diğer kuvvetlerden her birinin, çekimsel sabit G’ye
benzer şekilde kendi şiddetini belirleyen sabiti vardır. Kuvvet şiddetlerinin
standart boyutsuz ölçümlerinden birini kullanırsak (Barrow
and Tipler, 1986, ss.293-295), yerçekimi-kuvveti, kuvvetlerin en zayıfıdır,
ve güçlü nükleer kuvvet ise en güçlü olanıdır, yerçekimi-kuvvetinden
1040 daha güçlü bir faktördür —yani on bin milyar, milyar,
milyar, milyar kez daha güçlü.
Çeşitli hesaplamalar, tabiat kuvvetlerinden her birinin şiddetinin,
akıllı yaşamın var olması için gereken görece küçük bir aralıkta bulunması
gerektiğini göstermektedir. (Bkz: Collins, 2003). Örnek olarak,
yerçekimi-kuvvetini düşünün. Eğer, mesela, biz yeryüzündeki
yerçekimi-kuvvetinin şiddetini milyar katına çıkarsaydık, yerçekimikuvveti
o kadar büyük olurdu ki karada yaşayan ve insanların ebadına
yakın büyüklükteki herhangi bir organizma parçalanırdı. (Materyallerin
dayanıklılığı, yerçekimi-kuvvetindeki bir değişiklikten etkilenmeyecek
olan “ince-yapı sabiti” ( fine-structure constant) vasıtasıyla
elektromanyetik kuvvete bağımlıdır.) Astrofizikçi Martin Rees’in kaydettiği
üzere, “Hayali bir güçlü çekim dünyasında, böcekler bile kendilerine
destek olacak kalın bacaklara ihtiyaç duyarlardı ve hiçbir hayvan
daha fazla büyüyemezdi” (Rees, 2000, p.30). Şimdi, yukarıdaki
argüman, üzerinde hayatın oluştuğu gezegenin dünya büyüklüğünde
bir gezegen olacağını varsaymaktadır. Bizimkisiyle mukayese edilebilir
akıllı hayat formları, böylesine güçlü-yerçekimli evrende çok daha
küçük bir gezegen üzerinde ortaya çıkabilir miydi? Öyle gözüküyor
ki cevap ‘hayır’dır. Dünyanınkinden bin kez daha büyük bir çekim
kuvvetine sahip bir gezegen —ki bu, bizim büyüklüğümüze sahip organizmaların
varlığını ihtimal dışı kılacaktır— yaklaşık 40 feet yani
12 metrelik bir çapa sahip olurdu, ve tekrar edecek olursak, bu bizler
gibi organizmaların tekamül etmesi için gerekli olan geniş ölçekli
türden ekosistemi sürdürmeye yetecek kadar büyük değildir. Elbette
ki çekim-kuvvetinin şiddetindeki bir milyar-kat artış, mutlak anlamda
(mutlak verilere bakınca) çok büyüktür, fakat tabiattaki kuvvetlerin
toplam şiddet aralığıyla (ki yukarıda gördüğümüz gibi, 1040’lık bir
aralığı kapsar) karşılaştırıldığında, bu hâlâ, 1031’de bir parçanın inceayarı
anlamına gelmektedir. Doğrusu, diğer hesaplamalar göstermektedir
ki şayet çekim-kuvveti üç binlik bir katsayı daha fazla oranda
artırılsaydı, bizim güneşimizin on milyar yıllık ömrüyle mukayese
edilince bir milyar yıldan fazla ömürleri olan yıldızlar var olamazdı.6
Bu ise yaşam-kısıtlayıcı önemli sonuçlar doğururdu.
Ancak, tabiat kuvvetlerinin şiddetinin yanı sıra fizik sabitlerinin
ince-ayarına dair başka örnekler de mevcuttur. Fizikçiler ve kozmolojistler
—ve ezoterikler— arasında muhtemelen en yaygın biçimde
tartışılan şey, kozmolojik sabit diye bilinen sabitin ince-ayarıdır.7 Kozmolojik
sabit, Einstein’ın kendi çekim teorisinin —yani genel izafiyetinin—
merkezi denklemine dahil ettiği bir terimdir, ki günümüzde
bunun boş uzayın enerji yoğunluğuna tekabül ettiği düşünülmektedir.
Pozitif bir kozmolojik sabit, bizzat uzayın genişlemesine sebep olan bir
tür karşıt-çekim, bir itici kuvvet gibi davranmaktadır. Eğer kozmolojik
sabit, önemli derecede bir pozitif değere sahip olsaydı, uzay o kadar
hızla genişlerdi ki bütün madde çabucak etrafa saçılırdı, ve dolayısıyla
galaksiler, yıldızlar ve hatta küçük madde kümelenmeleri asla
oluşmazdı. Sonuç itibariyle, evrenimizde karmaşık hayatın mümkün
olabilmesi için, o değerin, kendisinin doğal değerler dizisine rölatif
olarak, sıfıra son derece yakın durması gerekmektedir.
Şimdi, parçacık fiziğinin temel teorileri, kozmolojik sabit için doğal
bir değerler alanı tespit etmektedirler. Ancak bu doğal değerler alanı,
hayatı mümkün kılan değerlerin en azından 1053 —yani 1’in yanında
53 adet sıfır— katıdır. Bu demektir ki eğer “0 ilâ L”, hayatı mümkün
kılan değerleri temsil ediyorsa, değerlerin teorik olarak mümkün alanı,
en azından 0 ilâ 1053L alanıdır. Bunun ne anlama geldiğini sezgisel
olarak anlamak için, bir hedef tahtası (dartboard) analojisini düşünün:
farzedin ki bütünüyle görülebilen galaksi boyunca uzanan bir hedef
tahtamız var ve bu tahtadaki hedef noktasının çapı da 2.5 cm’den küçük.
Kozmolojik sabitin ince-ayar miktarı, bu tahtaya gelişigüzel bir
ok atıp hedefe tam isabet ettirmeye mukayese edilebilir!
Fiziğin temel sabitlerinin ince-ayarı için başka örnekler de verilebilir,
mesela nötron ve proton arasındaki kütle farkı. Örneğin, eğer
nötronun kütlesi, hafiften, söz gelimi yedi yüzde bir civarında artırılsaydı,
devamlı hidrojen yakan yıldızların varlığı biterdi. (Leslie, 1989,
ss.39-40, Collins, 2003.)
İnce-ayarın üçüncü türü, evrenin başlangıçtaki şartlarının ince-ayarı
ile ilgilidir ki bu, kütle-enerjinin başlangıçtaki dağılımının, (akıllı) yaşamın
meydana gelmesi için son derece sınırlı bir alanda bulunması
gerektiği gerçeğine işaret eder. Bu ince-ayarın bir yönü, evrenin başlangıcında,
kütle ve enerjinin olağanüstü derecede kesin bir düzenlemesini
gerektiren son derece düşük entropidir. Britanya’nın önde gelen
teorik fizikçilerinden biri olan Roger Penrose’un yorumladığı gibi:
“İçerisinde yaşadığımıza benzer bir evren meydana getirmek için,
Yaratıcı’nın, mümkün evrenlerin faz uzayının (phase space) saçmalık
derecesinde ufak bir hacmini hedeflemesi gerekecektir” (Penrose,
1989, s.343). Bu hacim ne kadar ufaktır? Penrose’a göre, x=10123 olduğunu
kabul edersek, faz uzayın hacmi, bütün faz uzayın 1/10x’i kadar
olacaktır (s.343). Bu dakiklik/hassaslık, görülebilen bütün evreni bir
hedef tahtası kabul ettiğimizde, oku bir tek protona isabet ettirmeyi gerektirecek
hassaslıktan çok, çok daha muazzamdır! Son olarak, biyokimyacı
Michael Denton, Nature’s Destiny adlı kitabında, doğal dünyanın
karbon, oksijen, su ve elektromanyetik spektrumun karmaşık
biyokimyasal sistemlerin varlığına imkan veren bir çok eşsiz nitelikleri
gibi çeşitli üst-düzey özelliklerini etraflıca tartışmaktadır. Denton’un
sunduğu birçok örnekten birini verirsek, hem atmosfer hem su, görülür
bölgede ince bir bantta yayılan elektromanyetik radyasyona karşı
geçirgendir; fakat radyo dalgalarına karşı geçirgen değildir. Eğer bunun
yerine onlardan herhangi biri, görülebilen bölgede elektromanyetik
radyasyonu emseydi, yeryüzündeki hayatın varlığı, imkansız kılınmasa
bile, ciddi bir şekilde engellenirdi (ss.56-57).
Yukarıdaki örneklerin işaret ettiği üzere, ince-ayar kanıtı kapsamlı
olup dört farklı ince-ayar türü içermektedir: tabiat yasaları, fizik sabitleri,
evrenin başlangıcındaki şartlar ve alemin çeşitli üst-düzey özellikleri
ile alakalı ince ayar. Filozof John Leslie’nin tesbit ettiği üzere,
“üst üste yığılı ipuçları, yığındaki her bir unsur hakkındaki şüphelere
rağmen, çok önemli kanıt oluşturabilir” (1988, s.300). Tahayyül edersek,
ince-ayarın yukarıda zikredilen her bir örneğini, radyo istasyonu
aramaya benzetebiliriz: bütün aramalar doğru frekansa ayarlanmadığı
sürece, kompleks akıllı yaşam imkansız olacaktır. Yahut, evrenin başlangıcındaki
şartların değerlerini ve fiziğin sabitlerini, bütün galaksiyi
dolduran bir hedef tahtası üzerindeki koordinatlar olarak; hayatın var
olması için gerekli şartları da oldukça küçük bir hedef olarak düşünebiliriz:
fırlatılan ok hedefe isabet etmedikçe, karmaşık hayat imkansız
olacaktır. Radyo dalga boylarının mükemmel bir şekilde ayarlanmış
olduğu veya okun hedefe isabet etmiş olduğu gerçeği, bir akıllı varlığın
o dalga boylarını ayarladığı veya oku hedefe nişanladığı fikrini
güçlü bir tarzda telkin etmektedir; zira böyle bir tesadüfün şans eseri
olmuş olabileceği, aşırı derecede ihtimal dışı gözükmektedir. Aşağıda,
bu tür analojilere dayanmak yerine, bu argümanı çok daha dikkatli
bir tarzda geliştireceğiz.

Başlarken Yapılacak Bir Ayrım
Birçok insan, yukarıdaki kanıtı, hedef tahtası analojisiyle birlikte,
ince-ayarın en iyi açıklamasının teizm olduğuna dair bir çıkarımda
bulunmak için yeter-sebep olarak görmektedir. Ancak, bu makalede
ben bu argümanı daha dakik ve ciddi hale getirmek istiyorum. İnceayar
argümanını daha dakik ve ciddi şekilde geliştirmek için, benim
ateistik tek-evren hipotezi ve çok-evrenler hipotezi diye adlandırdığım
hipotezler arasında ayrım yapmanın işe yaradığını göreceğiz.8 Ateistik
tek-evren hipotezine göre, sadece bir evren vardır; ve evrenin var
olduğu ve ince ayarlı olduğu ise nihai anlamda izahtan uzak (açıklanamaz),
“yalın/kaba” gerçektir. Ancak birçok ateist, başka bir hipotezi,
benim çok-evrenler hipotezi dediğim şeyi savunmaktadırlar. Bu
hipotezin en popüler versiyonuna göre, hayali olarak bir “evren üreteci”
(universe generator) şeklinde düşünülebilecek fiziksel bir süreç
vardır ve bu süreç çok sayıda veya sonsuz sayıda evren üretmektedir;
her bir evren gelişigüzel seçilmiş bir başlangıç şartları kümesine ve fizik
sabitlere ait değerlere sahiptir. Bu üreteç, o kadar çok evren ürettiği
için, akıllı yaşamın meydana gelmesi için ince-ayarlanmış bir evreni,
sırf şans eseri bir şekilde, eninde sonunda üretecektir.
Bu ayrımı göz önünde tutarak, ince-ayardan kaynaklanan argümanı
ateistik tek-evren hipotezine karşı dikkatli bir tarzda geliştirmeye
çalışacağız ve daha sonra buna getirilen dört ana itirazı ele alacağız.
Son olarak, IV. Bölümde, çok-evrenler hipotezini ve ona verilen teistik
cevapları ele alacağız.
II. Ateistik Tek-Evren Hipotezine Karşı Argüman
Bu kısımda, ateistik tek-evren hipotezine karşı teizmin tercih edilmesi
lehindeki argümanı, yani benim ince-ayar argümanının çekirdek
versiyonu diye atıfta bulunduğum bir argümanı, dikkatli ve ciddi
bir şekilde geliştirmeye çalışacağız. Ancak vurgulanmalıdır ki inceayara
dayanarak dizayn (tasarım) için yapılan çıkarımın geçerliliği,
bu argümanın dakik ve ciddi hale getirilmesine hayati anlamda bağımlı
değildir. Bilimde birçok çıkarsamayı kabul ederiz, her ne kadar
filozoflar bu çıkarsamaların felsefi bakımdan dakik bir izahını henüz
üretmemiş olsalar da.9 Elbette şüpheci (skeptic) biri, bilimsel teorilerin
test edilebilir olduğu, halbuki ince-ayarın teistik izahının test edilebilir
olmadığı şeklinde itirazda bulunabilir. Ama test-edilebilirlik, neden
epistemik açıdan konuyla alakalı olsun ki? Ne de olsa test-edilebilirlik,
gelecekte bir teoriye karşı kanıt bulabilmekle alakalı bir şeydir. Ancak
bir hipotezin doğruluğunun (veya empirik yeterliliğinin) ihtimaliyeti
için önemli olan, şu anda onun lehine olan kanıttır, gelecekte onun
aleyhine kanıt bulmanın mümkün olup olmadığı değildir.
İnce-ayara dayalı tasarım çıkarsamasının kusurlu olduğunu göstermek
için, şüpheciler, onun bariz şekilde sorunlu bir akıl yürütme formuna
dayalı olduğunu göstermek zorundadırlar. Aslında, İskoç filozof
David Hume’a geri dönecek olursak, tasarım argümanına getirilen tipik
bir itiraz, onu analoji temelli bir argüman kalıbına sokmak, ve sonra
bu bağlamda analoji temelli argümanların ölümcül derecede kusurlu
olduklarını ileri sürmektir. Ancak, aşağıda göstereceğimiz gibi, inceayar
argümanı, analoji temelli argümandan daha farklı bir biçime, çürütülmesi
zor olan bir biçime sokulabilir. Bunun, hem argümanı dakik
kılma yönünde hem de bazı şüphecilerin ince-ayar argümanının bariz
şekilde kusurlu bir akıl yürütme formuna dayandığı şeklindeki eleştirisini
cevaplama yönünde kat edeceği uzun bir mesafe var.
Ateistik tek-evren hipotezine karşı ince-ayar argümanı birkaç farklı
forma sokulabilirse de –mesela en iyi açıklama çıkarsaması— bana
göre argümanı formüle etmenin en dakik-ciddi yolu, benim “öncelikli
tasdik ilkesi-ÖTİ” (prime principle of confirmation-PPC) dediğim, Rudolph
Carnap’ın “kesinlikte artış” (increase in firmness) ilkesi diye adlandırdığı
ve diğerlerinin de basitçe “olabilirlik ilkesi” (likelihood principle)
dedikleri şeyden geçer.10 ÖTİ [PPC], bize bir gözlemin, hangi
durumlarda bir hipotez lehine kanıt sayılacağını söyleyen genel bir
akıl yürütme ilkesidir. Basitçe ifade etmek gerekirse, ilke şunu söylemektedir:
İki rakip hipotezi değerlendirmeye aldığımızda, bir gözlem,
hangi hipotez altında en yüksek ihtimaliyete sahip ise (veya en az ihtimal-
dışı ise), gözlem o hipotez lehine kanıt sayılır. (Yahut farklı bir
ifadeyle, bu ilke demektedir ki H1 ve H2 diye iki rakip hipotezi değerlendirmeye
aldığımız zaman, bir G gözlemi, eğer G, H1 altında iken
H2 altında olduğundan daha fazla muhtemel ise, bu gözlem H2 yerine
H1 için bir kanıt sayılır.)11 Ayrıca, kanıtın, hipotezlerden birinden zi-
yade diğeri lehine geçerli olmasının derecesi, gözlemin o iki hipotezden
birinden ziyade diğerinin altında daha muhtemel olma derecesiyle
orantılıdır.12 Örneğin, ben burada ince-ayarın, ateistik tek-evren hipotezinden
ziyade teizm altında çok daha muhtemel olduğunu ve dolayısıyla
da bu ateistik hipotezden çok teizm için güçlü bir argüman sayılacağını
ileri süreceğim. Bir sonraki büyük alt-bölümde ince-ayar
argümanının daha formel ve ayrıntılı yorumunu öncelikli ilke açısından
sunacağız. Ancak, gelin önce bu ilkenin bir çift örnekli izahına
bakalım ve daha sonra onun lehine bir destek sunalım.
İlk örnekli izahımız için, farzedin ki ben dağda yürüyüşe çıktım
ve bir uçurumun alt kısmında, açık bir şekilde “Dağlara Hoş Geldiniz
Robin Collins” şeklinde bir oluşum teşkil edecek tarzda düzenlenmiş
bir grup kaya buldum. Bir hipotez şudur: şans eseri, kayalar o
şekilde düzenlenivermiş —nihai anlamda belki de evrenin ta başlangıçtaki
şartlarından ötürü. Varsayalım ki tek geçerli/makul alternatif
hipotez şu ki benden önce dağda bulunan kardeşim kayaları bu tarzda
düzenledi. Çoğumuz hemen kayaların düzenlenmesini, “şans” hipotezinden
çok “kardeş” hipotezi lehinde güçlü kanıt olarak göreceğizdir.
Niçin? Çünkü kayaların şans eseri o şekilde düzenlendiği fikri bize
son derece ihtimal-dışı gelir, fakat onları kardeşimin o şekle soktuğu
olduğu veya en azından sırf E’yi açıklamak amacıyla inşa edilmemiş olduğu durumlarda
geçerli olacak şekilde kısıtlanması gerekebilir. Teizmle ilgili durum kesinlikle
budur, zira ince-ayar kanıtının bilinmesinden çok önceleri teizme inanılıyordu. Ancak
olabilirlik (likelihood) ilkesi, genel olarak bu kısıtlamayla ifade edilmemektedir. Bu
meseleye dair kısa bir tartışma için bkz. Sober (2002) ve Collins (“Who Designed God
Objection,” yakında yayınlanacak).
fikri hiç de ihtimal-dışı gelmez. Böylece, öncelikli tasdik ilkesi vasıtasıyla,
biz, kayaların düzeninin, şans hipotezinden çok “kardeş” hipotezini
güçlü şekilde desteklediği sonucuna varırız.
Veyahut başka bir örnek düşünelim, sanığın parmak izlerinin cinayet
silahının üzerinde bulunması örneğini. Normalde biz böyle bir
bulguyu, sanığın suçlu olduğuna dair güçlü bir kanıt olarak görürüz.
Niçin? Çünkü biz, şayet sanık masum ise, bu parmak izlerinin cinayet
silahında bulunmasının ihtimal-dışı olduğuna, fakat şayet sanık
suçlu ise, ihtimal-dışı olmadığına hükmederiz. Yani, y ukarıdaki örnektekiyle
aynı türden akıl yürütme sürecinden geçeriz.
Son olarak, öncelikli onaylama ilkesi lehinde birkaç şey söylenebilir.
İlk olarak, birçok filozof, bu ilkenin, ihtimaliyeti yönettiği genel
olarak varsayılan matematiksel kurallar dizisi yani ihtimaliyet hesabı
(probability calculus) olarak bilinen şeyden çıkarılabileceğini düşünmektedirler.
İkinci olarak, bu ilkeyi ihlal eden tanınır biçimde iyi bir
akıl yürütme örneği görülmemektedir. Son olarak, bu ilke çok geniş
bir uygulama alanına sahip gözüküyor, yukarıdaki örneklerin de gösterdiği
gibi, bilimde ve günlük hayatta kullandığımız birçok akıl yürütmeyi
desteklemektedir. Hatta, aslına bakılırsa, kimileri, bu ilkenin
daha genel bir versiyonunun bütün bilimsel akıl yürütmeleri desteklediğini
ileri sürmüşlerdir (Bkz. Howson and Urbach, 1989 ve Earman,
1992).
Argümanın Daha İleri Aşamaları
İnce-ayar argümanının çekirdek versiyonunu daha da geliştirmek
için, iki öncülünü ve sonucunu açık bir şekilde listeleyerek argümanın
bir özetini vereceğiz:

Öncül 1. İnce-ayarın varlığı, teizm altında ihtimal-dışı değildir.

Öncül 2. İnce-ayarın varlığı, ateistik tek-evren hipotezi altında çok ihtimal-
dışıdır.13

Sonuç: Öncül (1) ve (2) ve öncelikli onaylama ilkesinden, ince-ayar verilerinin,
ateistik tek-evren hipotezinden çok tasarım hipotezi lehine güçlü kanıt
sağladığı sonucu çıkar.











Bu noktada durup argümanın iki özelliğini not etmeliyiz. Argüman,
ince-ayar kanıtının evrenin tasarlandığını ispat ettiğini veya evrenin
tasarlanmış olmasının muhtemel olduğunu bile söylemiyor. Gerçekten
de kendi içerisinde o, bizim ateistik tek-evren hipotezinden çok
teizme inanmada epistemik olarak güvence altında (warranted) olduğumuzu
bile göstermemektedir. Bu tür iddiaları doğrulamaya kalkarsak,
bizim bu makalede yapmadığımız bir şeye, yani tasarımın veya
teistik hipotezin hem lehine hem de aleyhine olan bütün kanıtlara bakmak
zorunda kalırız. Daha ziyade, argüman, ince-ayarın ateistik tekevren
hipotezi karşısında teizmi güçlü bir şekilde desteklediği sonucuna
varmaktadır.
Bu şekliyle ince-ayar kanıtı, bir silah üzerinde bulunan parmak
izlerine benzer daha çok: sanığın cinayeti işlediğine dair güçlü bir
kanıt sağlamasına rağmen, sadece bunlara dayanarak kimse sanığın
suçlu olduğu sonucuna varamaz, [böyle bir sonuç için] o kişi aynı zamanda
ortaya konan diğer bütün kanıtlara da bakmak zorundadır. Örneğin,
belki on tane güvenilir şahit, ateş etme anında sanığı bir partide
gördüklerini iddia edebilirler. Böyle bir durumda parmak izleri hâlâ
önemli bir suç kanıtı olarak sayılır; ama bu kanıt, şahitlerin tanıklığı
nun ateistik tek-evren hipotezi
altında hayli ihtimal-dışı olduğunu ileri sürüyoruz.
tarafından karşıt yönde dengelenmiş olacaktır. Benzer şekilde inceayar
kanıtı, ateistik tek-evren hipotezi karşısında teizmi desteklemektedir,
fakat argümanın kendisi, her şey hesaba katıldığında, teizmin
evrenin en makul açıklaması olduğunu göstermemektedir.
Argümanın kaydetmemiz gereken ikinci özelliği, öncelikli tasdik
ilkesi göz önünde t utulunca, argümanın sonucunun öncüllerden çıktığıdır.
Özellikle, eğer argümanın öncülleri doğru ise, o zaman sonucun
doğru olduğu garantisine sahibiz: yani, argüman, filozofların geçerli
addettiği bir argümandır. Böylece, argümanın öncüllerinin doğru
olduğunu gösterdiğimiz sürece, sonucun da doğru olduğunu göstermiş
olacağız. Bu sebeple, bir sonraki vazifemiz, öncüllerin doğru olduğunu
veya en azından onlara inanmak için güçlü sebeplerimizin olduğunu
göstermeye çalışmaktır.
Öncüller için destek
Öncül (1) İçin Destek
Öncül (1)’i destekleyecek argüman basitçe şöyle ifade edilebilir:
Tanrı, her yönüyle iyi bir varlık olduğu, ve akıllı bilinçli varlıkların
var olmaları iyi olduğu için, Tanrı’nın akıllı yaşamı destekleyecek bir
dünya yaratması şaşırtıcı veya ihtimal dışı değildir. Dolayısıyla, inceayar,
öncül (1)’in iddia ettiği üzere, teizm altında ihtimal-dışı değildir.
Öncül (2) İçin Destek
Verilere bakınca, birçok insan, ince-ayarın ateistik tek-evren hipotezi
altında son derece ihtimal-dışı olduğunun ayan beyan olduğunu
düşünür. Bunun nedenini görmek kolaydır, özellikle de ince-ayarı
daha önce teklif edilen analojiler bakımından düşündüğümüz zaman.
Örneğin hedef tahtası analojisinde, evrenin başlangıcındaki şartlar ve
fiziğin temel sabitleri bütün galaksiyi kaplayan bir hedef tahtası olarak;
ve hayatın var olması için gereken şartlar da 30 cm genişliğinde
küçük bir hedef olarak düşünülmektedir. Bu doğrultuda, bu analojiden
bakınca, ince-ayarın ateistik tek-evren hipotezi altında meydana
gelmesinin —yani fırlatılan okun şans eseri hedefe isabet etmesinin—
hayli ihtimal-dışı olduğu bariz gözükmektedir.
Genellikle ince-ayar taraftarları, öncül (2)’nin veya buna benzer
bir şeyin doğrulamasını bu analojiye dayandırmakla yetinirler.
Ancak birçok ateist ve teist bu tür bir analojinin meşruiyetini sorgularlar
ve bu sebeple argümanı ikna edici olmaktan uzak bulurlar.
Her ne kadar öncül (2)’nin tam ve titiz bir doğrulaması bu makalenin
sınırları dışında olsa da, böyle bir ilave doğrulamanın nasıl olabileceğinin
kısa taslağını aşağıda III. Kısımda İtiraz (5) başlığı altında
vereceğiz.
III. Çekirdek Versiyona Yöneltilen Bazı İtirazlar
Ateistik tek-evren hipotezine karşı teizm lehindeki ince-ayar argümanı
ne kadar güçlü olsa da argümana karşı hem ateistler hem de teistler
tarafından birkaç önemli itiraz dillendirilmiştir. Bu kısımda, bu
itirazları sırasıyla ele alacağız.
İtiraz 1: Daha Temel Yasa İtirazı
İnce-ayar argümanına yöneltilen bir eleştiri şudur: Bildiğimiz kadarıyla,
fizik sabitlerinin sahip oldukları değerlere sahip olmalarını
zorunlu kılacak daha temel bir yasa olabilirdi. Dolayısıyla, böylesi
bir yasa olunca, fiziğin bilinen sabitlerinin, yaşama izin veren değerler
aralığı içinde yer almaları ihtimal-dışı değildir.
Böyle bir yasayı postulatlamadaki problem, tamamen spekülatif
olmasının yanı sıra, ince-ayarın ihtimalsizliğini bir kademe yukarıya,
yani bizatihi postulatlanan fiziksel yasa seviyesine çıkarmasıdır. Astrofizikçiler
Bernard Carr ve Martin Rees’in kaydettikleri gibi, “görünürdeki
antropik tesadüflerin hepsi [kapsamlı bir birleşik teori vasıtasıyla]
açıklanabilir olsa bile, fiziksel teori tarafından dikte edilen
ilişkilerin hayat için elverişli olan ilişkiler olması hâlâ dikkate değerdir.”
(1979, s.612).
Benzer türden bir cevap, fizik sabitlerinin hayatı mümkün kılan
değerlere sahip olması mantıkan zorunlu olabileceğinden dolayı inceayar
ihtimal-dışı değildir şeklindeki iddiaya karşılık olarak verilebilir.
Yani, bu iddiaya göre, tıpkı 2+2’nin 4 etmesi gerektiği, veya Öklid
geometrisinde bir üçgenin iç-açılarının toplamının 180 derece olması
gerektiği gibi, fizik sabitleri de hayata izin veren değerlere sahip olmak
zorundadır. Ancak, yukarıdaki “daha temel yasa” önerisi gibi,
bu postulat da basitçe, ihtimalsizliği bir kademe yukarıya taşımaktadır:
zorunlu olabilecekleri tasavvur edilebilen bütün yasalar ve fizik
sabitleri içerisinde, hayata izin verenlerin böyle [yani mantıkan zorunlu]
olması son derece ihtimal-dışıdır.14
İtiraz 2: Diğer Hayat Formları İtirazı
İnsanların, ince-ayar argümanına karşı umumiyetle gündeme getirdikleri
başka bir itiraz şudur: Bilebildiğimiz kadarıyla, fizik sabitleri
farklı olsaydı bile, başka hayat formları var olabilirdi. Dolayısıyla, iddiaya
göre, ince-ayar argümanı bütün akıllı yaşam formlarının tıpkı
bizimki gibi olması gerektiğini varsaymaktadır. Bu itiraza verilecek
bir karşılık, ince-ayarın birçok çeşidinin bu varsayımla yola çıkmadığıdır.
Mesela, kozmolojik sabiti alalım. Eğer kozmolojik sabit, olduğundan
daha büyük olsaydı, madde o kadar hızla etrafa saçılırdı ki
hiçbir gezegen ve doğrusu hiçbir yıldız var olamazdı. Ancak, yıldızlar
olmaksızın, herhangi bir tür karmaşık maddî sistemin gelişmesi için
gerekli hiçbir sabit enerji kaynağı var olamazdı. Bu sebeple, ince-ayarın
bu örnekte varsaydığı tek şey, bizimkisine mukayese edilebilir hayat
formlarının evriminin sürekli bir enerji kaynağını gerektirdiğidir.
Bu ise kesinlikle çok makul bir varsayımdır.
Elbette ki eğer tabiat yasaları ve sabitleri yeterince değiştirilseydi,
bedenli akıllı hayatın bizim tasavvur bile edemeyeceğimiz diğer formları
da var olabilirdi. Fakat bu, ince-ayar ile alakalı değildir, çünkü ateistik
tek-evren hipotezi altında ince-ayarın ihtimaliyetine dair hüküm
sadece şunu gerektirmektedir: Mevcut tabiat yasaları göz önünde tutulunca,
(çekim-kuvveti gibi) fizik sabitlerinin hayata izin veren değerlerinin
aralığı, hayata izin vermeyen değerlerin etrafı çevreleyen
aralığına kıyasla küçüktür. Bir hedef tahtası analojisi bu noktayı izah
etmemize yardım edebilir. Eğer bir okun, çok ama çok büyük bir boş
bölge tarafından çevrelenmiş çok küçük bir hedefe isabet ettiğini görseydik,
biz hâlâ o okun hedefe isabet etmesini, hedef tahtasının diğer
bölgelerinin hedeflerle dolu olup olmadığını bilmesek bile, okun hedefe
hedef alındığına dair bir kanıt olarak sayardık. Niçin? Çünkü eğer hedef
tahtasının diğer kısımlarında hedefler olmuş olsa bile, okun etraftaki
boş alandaki bir nokta yerine hedefe isabet etmesi, şans hipotezi
altında hâlâ çok şaşırtıcı olurdu, ama nişan alma hipotezi altında şaşırtıcı
olmazdı.15
İtiraz 3: Antropik İlke İtirazı
Antropik İlke diye adlandırılan ilkenin zayıf versiyonuna göre, eğer
tabiat yasaları ince-ayarlı olmasaydı, biz bu olguyu yorumlamak üzere
burada olmazdık. Bu sebeple bazıları, ince-ayarın ateizm altında gerçekten
ihtimal-dışı veya şaşırtıcı olmadığını, bilakis bu sonucun basitçe
bizim var olduğumuz gerçeğinden çıktığını ileri sürmüşlerdir.
Bu itiraza verilecek cevap, basitçe, argümanı bizim varlığımız açısından
yeniden ifade etmektir: Bedenli, akıllı varlıklar olarak bizim var
oluşumuz, ateistik tek-evren hipotezi altında son derece ihtimal-dışıdır
(zira bizim var oluşumuz ince-ayarı gerektirmektedir), fakat teizm
altında ihtimal-dışı değildir. O zaman, bizim varlığımızın, ateistik tekevren
hipotezinden çok teizmi güçlü bir şekilde tasdik ettiği sonucuna
varmak için biz sadece öncelikli tasdik ilkesini uygularız.
Bu cevabı biraz daha örnekle izah etmek için, “idam mangası” (firing
squad) analojisini düşünün. John Leslie’nin (1988, s.304) tesbit
ettiği üzere, eğer elli keskin nişancının hepsi de beni ıskalarsa, buna
verilecek “eğer onlar beni ıskalamamış olsalardı, ben bu olguyu düşünmek
üzere burada olmazdım” cevabı yeterli değildir. Bunun yerine
ben bundan, tabii olarak, tamamının beni ıskalamasının –onlar
gerçekten beni öldürmek niyetinde değildiler gibi— bir sebebi olduğu
sonucunu çıkarırdım. Neden böyle bir sonuç çıkarırdım? Çünkü benim
varlığımın devam etmesi, onların beni şans eseri ıskaladıkları hipotezi
altında ihtimal-dışı olacaktır, fakat beni ıskalamalarının bir nedeni
olduğu hipotezi altında ihtimal-dışı değildir. Dolayısıyla, öncelikli
tasdik ilkesiyle bakınca, benim varlığımın devam etmesi, sonraki hipotezi
güçlü bir şekilde tasdik etmektedir.
İtiraz 4: “Tanrı’yı Kim Tasarladı?” İtirazı
Ateistlerin, tasarım argümanına –ki ince-ayar argümanı bunun bir
çeşididir— yönelttikleri muhtemelen en yaygın itiraz şudur: Tanrı’nın
varlığını postulatlamak, tasarım problemini çözmemekte, fakat sadece
onu bir kademe yukarıya taşımaktadır. Örneğin, ateist George Smith
şu iddiada bulunmaktadır:
Eğer evren harika bir tarzda tasarlanmışsa, elbette ki Tanrı daha harika bir
tarzda tasarlanmıştır. Bu sebeple, O’nun, Kendisinden daha harika olan bir
tasarımcısının olması gerekir. Eğer Tanrı, bir tasarımcıyı gerektirmediyse,
o zaman evren gibi görece daha az harika bir şeyin bir tasarımcıya muhtaç
olmasının da bir sebebi yoktur. (1980, s.56)
Veya filozof J.J.C. Smart bu itirazı şöyle dillendirir:
Eğer biz yaratılmış evrene ilaveten Tanrı’yı bir postulat olarak koyarsak,
hipotezimizin karmaşıklığını artırmış oluruz. Bizzat evrenin bütün karmaşıklığı
önümüzde duruyor ve buna ilave olarak, Tanrı’nın en azından
eşit karmaşıklığı da söz konusu. (Bir sanat eserinin tasarımcısı, en az tasarlanan
sanat eseri kadar karmaşık olmalıdır) … . Eğer teist, bir ateiste,
Tanrı’yı postulat olarak koymanın, insanın dünya görüşünün karmaşıklığını
fiilen azalttığını gösterebilirse, o zaman ateistin, teist olması gerekir.
(pp.275-276; italikler bana ait)
Yukarıdaki ateist itiraza ilk cevap, bir sanat eserinin tasarımcısının,
tasarlanan eser kadar karmaşık olması gerektiği şeklindeki ateist
iddianın kesinlikle apaçık olmadığını tesbit etmektir. Fakat inancım
odur ki onların iddiasının makul bir tarafı da vardır: Örneğin,
tecrübe ettiğimiz dünyada, organize komplekslik, sadece, insan beyni/
zihni veya bir fabrika veya bir organizmanın biyolojik ebeveyni vb.
gibi halihazırda o karmaşıklığa sahip olan sistemler tarafından üretiliyor
gözükmektedir.
İkinci ve daha iyi cevap, ateist itirazın, en iyi ihtimalle, sadece
tasarım argümanının, bütün organize kompleksliğin bir açıklamaya
muhtaç olduğu ve Tanrı’nın da dünyada bulunan organize kompleksliğin
en iyi açıklaması olduğu iddiasını taşıyan versiyonuna karşı işe
yaradığını ortaya koymaktır. Ancak, argümanın benim ateistik tekevren
hipotezi aleyhine sunduğum versiyonu sadece, ince-ayarın ateistik
tek-evren hipotezinden ziyade teizm altında daha muhtemel olmasını
gerektiriyor. Fakat eğer Tanrı, özünde, evrenin karmaşıklığını
fazlasıyla aşan muazzam bir karmaşıklık sergilese bile, bu şart hâlâ
karşılanmaktadır. Dolayısıyla, bir sanat eserinin tasarımcısının sanat
eseri kadar karmaşık olması gerektiği şeklindeki ateist varsayımı kabul
etsek bile, ince-ayar hâlâ ateistik tek-evren hipotezinden çok teizmi
tercih etmemiz için bize güçlü sebepler sunacaktır.
Bunu örnekle anlatmak için, bu bölümün başında sunulan Mars’taki
“biyosfer” örneğini ele alalım. Değinildiği üzere, biyosferin varlığı, akıllı
yaşamın bir kez Mars’a uğradığı hipotezinde, şans hipotezi altında olduğundan
çok daha fazla muhtemel olacaktır. Dolayısıyla, öncelikli
tasdik ilkesince, böyle bir “biyosfer”in varlığı, bir zamanlar Mars’ta
akıllı dünya-dışı hayatın bulunduğuna dair güçlü bir kanıt teşkil edecektir,
her ne kadar bu uzaylı hayat, en yüksek ihtimalle, “biyosfer”in
kendisinden çok daha karmaşık olmak zorunda olsa da.
Teistin bu itiraza verebileceği son ve bence en iyi cevap, Tanrı’nınki
gibi bir “üst-zihin”in (supermind), evreni yaratmak için, yüksek
dereceli izah-dışı organize bir kompleksliğe gerek duymayacağını
göstermektir. Ben bu cevabı başka bir yerde (Collins, “Tanrı’yı Kim
Tasarladı İtirazı,” yakında yayınlanacak) sunmuştum, ama onu burada
sunmak bu makalenin kapsamı dışındadır. Burada sadece şunu kaydedeyim
ki tasarım argümanından tamamen bağımsız sebeplerden ötürü,
Tanrı’nın, varsa bile, çok az içsel karmaşıklığa sahip olduğu düşünülmüştür.
Gerçekten de Ortaçağ filozofları ve teologları, ilahi basitlik
öğretisini bile savunmuşlardır ki bu öğretiye göre Tanrı’nın, hiçbir içsel
karmaşıklığa sahip olmaksızın, mutlak anlamda basit olduğu iddia
edilmektedir. Dolayısıyla bunun tutmasını sağlamak için, bu itirazı
ortaya koyan ateistlerin yapacağı bayağı çok tartışma var daha.
İtiraz 5: İhtimalsizlik İtirazı
Bazı filozoflar, ince-ayarın ateistik tek-evren hipotezi altında son
derece ihtimal-dışı olduğu iddiasına (yani yukarıdaki öncül (2)), sadece
tek bir evrenimiz olduğu için, evrenin ince-ayarının muhtemel
veya gayr-i muhtemel olması nosyonunun anlamsız olduğunu ileri
sürerek itiraz ederler. Ayrıca, eğer anlamlı olsaydı bile, ateistik tekevren
hipotezi
altında ince-ayarın ihtimal-dışı olduğunu yeterli bir şekilde doğrulamanın,
sezgiye başvurmanın dışında bir yolu olmadığını öne sürerler.
Genellikle bu itirazın ilk kısmının arkasındaki iddia şudur: İhtimaliyet,
sadece, bir referans sınıf içerisindeki görece sıklık/tekerrür bakımından
bir anlam ifade eder. Dolayısıyla, örneğin, rastgele seçilmiş bir
erkek sigara içicisinin akciğer kanserinden ölme ihtimali %30’dur iddiası,
erkek sigara içiciler sınıfının üyelerinin %30’unun akciğer kanserinden
öldüğü anlamına gelir. Fakat eğer sadece bir tek evren varsa,
bunu kendisiyle kıyaslamak için referans olacak bir evrenler sınıfı yoktur
ve bu sebeple, ince-ayarın bu bağlamdaki ihtimal ve ihtimal-dışılığıyla
ilgili iddialar bir anlam ifade etmemektedir.
Bu argümandaki problem, diğer göze çarpan ihtimaliyet anlayışlarını
tamamen göz ardı etmesidir. Bunlardan biri, epistemik ihtimaliyet
nosyonudur. Epistemik ihtimaliyet, iddialara, ifadelere ve hipotezlere
—yani, filozofların önerme dedikleri şeylere— uygulanan yaygın
şekilde kabul gören bir ihtimaliyet türüdür.16 Kabaca, bir önermenin
epistemik ihtimali, bizim o önerme hakkında rasyonel anlamda sahip
olmamız gereken kabul edilebilirlik (credence) derecesi —yani, güven
ve inanç derecesi— olarak düşünülebilir. Farklı bir ifadeyle, epistemik
ihtimaliyet, bir önermenin doğru mu yanlış mı olduğuna dair bilgisizlik
durumunda sahip olduğumuz inancımızın rasyonel derecesinin
bir ölçüsüdür. Örneğin, birisi evrenin muhtemelen on beş milyar yıldan
daha yaşlı olduğunu söylediği zaman, o kişi bir epistemik ihtimaliyeti
ifade ediyor demektir. Sonuçta evren ya gerçekten on beş milyar
yıldan daha yaşlıdır ya da değildir. Fakat hangisi olduğunu kesin
olarak bilmiyoruz, dolayısıyla onun on beş milyar yıldan daha yaşlı
olduğuna, daha genç olmasından daha fazla itimad etmemiz gerektiğini
göstermek için “muhtemelen” kelimesini kullanıyoruz.
Yalın haliyle epistemik ihtimaliyetin yanı sıra, filozoflar bir önermenin,
başka bir önermenin [doğruluk] şartına bağlı epistemik ihtimaliyeti
diye bilinen şeyden de bahsederler. (Bir önerme, alem hakkındaki
herhangi bir iddia, beyan, ifade veya hipotezdir.) Bir R önermesinin
başka bir S önermesine dayalı şartlı epistemik ihtimaliyeti —P(R/S)
diye yazılır— bizzat S önermesinin kendisinin, rasyonel olarak bizim
R’nin doğru olduğu beklentisi içine girmemize yol açtığı derece diye
tanımlanabilir. Bu sebeple, epistemik ihtimaliyet anlayışı gereğince,
kozmosun ince-ayarı, ateistik tek-evren hipotezi altında pek ihtimaldışıdır
i fadesi bir a nlam t aşımaktadır: Bu i fade, ateistik t ek-evren
hipotezinin, kendiliğinden, bizi rasyonel olarak kozmik bir ince-ayar
beklentisine sevkedeceği veya sevketmesi gerektiği dereceye dair bir
beyanda bulunmak şeklinde anlaşılmalıdır. Bu sebeple, bir olgusal durumun
epistemik olarak ihtimal-dışı olduğu iddiası, onun beklenmedik
veya şaşırtıcı olduğu iddiasıyla eşdeğer olarak düşünülebilir. Böylece,
örneğin, bizim ana argümanımız 2. öncülü, ince-ayarın ateistik tekevren
hipotezi altında çok şaşırtıcı olduğunu söyleyecek şekilde yeniden
ifadelendirilebilir. 1. ve 2. öncülleri ve öncelikli tasdik ilkesini şaşırtıcılık
dereceleri açısından yeniden ifadelendirmek, ihtimaliyeti esasen
bir tür görece oluş sıklığı/tekerrür ile ilişkilendiren bilimciler için
özellikle faydalı olabilir. Fizik sabitlerinin ince-ayarının ateistik tekevren
hipotezi altında oldukça ihtimal-dışı olduğunu gördükten sonra,
şimdi, böyle bir ifadenin nasıl doğrulanabileceğini kısaca özetlemenin
zamanıdır. Burada kayıtsızlık ilkesi (principle of indifference) diye bilinen
ilkeyi uygulamamız gerekir diye düşünüyorum. Eldeki meseleye
uygulandığında, kayıtsızlık ilkesi kabaca şöyle ifade edilebilir: Bir parametrenin
herhangi bir değerini bir diğerine tercih etmemiz için hiçbir
sebebimiz yok ise, söz konusu parametrenin doğrudan doğal bir
parametreye tekabül ettiği göz önünde tutulunca, o parametrenin eşit
aralıklarına eşit ihtimaliyetler tayin etmeliyiz.17 Hassaten, eğer böyle
bir parametrenin “teorik olarak mümkün” aralığı (yani, ilgili arkaplan
teorilerinin izin verdiği aralık) R ve hayata izin veren aralık dar
ise, o zaman ihtimaliyet, r/R’dir. Örneğin, farzedelim ki çekim-gücü
şiddeti için söz konusu olan değerlerin “teorik olarak mümkün” aralığı,
R, sıfır ilâ kuvvetli nükleer gücün şiddeti aralığındadır —yani,
0-1040G0 (Burada G0 çekim-gücünün en son değerini temsil etmektedir).
Yukarıda gördüğümüz üzere, çekim-gücü şiddeti için hayata izin
veren aralık r, en fazla 0 ilâ 109G0’dır. Şimdi, ateistik tek-evren hipotezi
kendi özü itibariyle (ve özellikle de bizim var olduğumuz bilgisinden
ayrı olarak) bize, çekim-gücü şiddetinin, teorik olarak mümkün
bölgenin başka herhangi bir kısmı yerine, hayata izin veren bölgede
yer alacağını düşünmemiz için hiçbir sebep sunmamaktadır. Dolayısıyla,
güçlerin şiddetinin doğal bir değişken oluşturduğunu varsayarsak,
kayıtsızlık ilkesi şunu ifade edecektir: Bu gücün eşit aralıklarına,
eşit epistemik ihtimaliyetler tanınmalıdır ve böylece, hayata izin veren
bölgede yer alan çekim-gücü şiddetinin epistemik ihtimaliyeti, en
fazla, r/R=109/1040=1/1031 olacaktır.18 Özetle, ateistik tek-evren hipotezi
altında, tabiattaki güç şiddetlerinin muazzam aralığı göz önünde tutulunca,
çekim-kuvveti şiddetinin hayata izin veren aralığa denk gelmiş
olmasını çok hayret verici bulmalıyız.
Kayıtsızlık ilkesinin bu kabataslak versiyonuyla alakalı önemli bir
sorun, ünlü Bertrand Paradokslarıdır (mesela bkz. Weatherford, 1982,
s.56), ki buna göre, bir fiziksel niceliğe doğrudan tekabül eden eşit
derecede iyi fakat çatışan iki parametre bulunmaktadır. Bertrand paradoksunun
meşhur bir örneği şudur: Bir fabrika var ve bu fabrika,
kenarları sıfır ila dört cm arasında değişen küpler üretmektedir. Bu, fabrikanın,
hacimleri sıfır ilâ onaltı cm3 arasında değişen küpler ürettiğini
söylemekle eşdeğerdir. Fabrika hakkında bildiklerimizin hepsinin bu
olduğunu hesaba katınca, kayıtsızlık ilkesinin sade (naive) formu şunu
ima eder: Hem eşit uzunluk aralıklarına eşit ihtimaliyet hem de eşit
hacim aralıklarına eşit ihtimaliyet tayin etmemiz gerekir, çünkü hem
uzunluklar hem de hacimler, gerçek fiziksel büyüklüklere tekabül etmektedir.
Ancak, bunun çatışan ihtimaliyet tayinlerine yol açtığını
görmek de kolaydır—mesela, uzunlukları kullanarak, sıfır ilâ iki cm
uzunluk aralığında bulunan 0.5 ihtimalli bir küp elde ederiz, halbuki
hacimleri kullanarak 0.125 ihtimalini elde ederiz.
Her ne kadar birçok filozof, Bertrand Paradokslarının kayıtsızlık
ilkesine yönelik öldürücü bir itiraz teşkil ettiğini kabul etmiş olsa da
bu itirazı şu iki yoldan biriyle kolayca savuşturabiliriz: Ya kayıtsızlık
ilkesinin tatbikini, içerisinde Bertrand Paradokslarının ortaya çıkmadığı
durumlarla sınırlayarak ya da ihtimaliyete tam/kesin bir değer değil
de bir değerler aralığı atfedilmesi gerektiğini iddia ederek. Bu aralık,
çeşitli çatışan parametrelerce verilen değerleri kapsayan bir aralık
olacaktır. Ancak, çatışan parametreler sorunu, çoğu ince-ayar tezleri
için ortaya çıkıyor gözükmemektedir.
Başka bir problem ise bir fizik sabitinin sahip olabileceği toplam
teorik-olarak mümkün değerler aralığı R’dir. Bu, ele alınması bu makalenin
sınırları dışında kalan zor bir meseledir. Burada sadece şunu
kaydedelim: insan genellikle, teorik olarak mümkün aralık için bir
alt sınırın makul bir tahminini yapabilir—mesela, tabiattaki güçlerin
gerçek aralığı, 1040’lık bir aralığı kapsadığından ötürü, 1040 değeri,
güç şiddetlerinin teorik-olarak-mümkün aralığı için doğal bir alt
sınır sağlamaktadır19
Son olarak, kayıtsızlık ilkesinin, yukarıda açıklanan tarzlarda sınırlandırıldığı
takdirde muteber olacağına dair birkaç güçlü sebep sunulabilir.
İlk olarak, bu ilke çok geniş bir uygulama sahasına sahiptir.
Filozof Roy Weatherford’un, Philosophical Foundations of Probability
Theory a dlı k itabında k aydettiği g ibi, “ ihtimaliyet t eorisinin
hayret verici sayıdaki çok karmaşık problemleri, tamamen eşit-ihtimalli
(equiprobable) alternatifler varsayımına [yani, kayıtsızlık ilkesine]
dayalı hesaplama yoluyla çözülmüş bulunmaktadır ve çok da
yararlı olmuştur” (s.35). İkinci olarak, bu ilkeye, Shannon’ın önemli
ve meşhur enformasyon ölçümü veya negatif entropi’sinden türetilebilen
enformasyon teorisi içinde önemli teorik bir temel kazandırılabilir
(Sklar, s.191; van Fraassen, s.345). Üçüncü olarak, belli gündelik
örneklerde kayıtsızlık ilkesi, ihtimaliyet tayini için elimizdeki tek
gerekçelendirme( justification) gibi gözüküyor. Bunu örnekle izah etmek
için, farzedelim ki bir fabrika son on dakika içerisinde ilk defa
üretilen elli-yüzeyli zarı üretti. Yine farzedelim ki zarın her bir yüzeyi,
her bir yüzeyde farklı numaraların olması hariç, (gözle görülebilecek
şekilde) diğer her bir yüzeyle tamamen simetriktir. (Tahayyül
ettiğimiz zar, normal bir altı-yüzeyli zar gibidir, fakat tek farkı, altı
yerine elli yüzeyi var.) Şimdi hepimiz hemen biliriz ki bu zar atıldığında,
zarın herhangi bir yüzey üste gelecek şekilde durmasının ihtimali
ellide birdir. Ama biz bunu elli-yüzeyli zarla yaşadığımız bir tecrübeden
bilmeyiz, zira hipotez gereği, hiç kimse, zarın her bir yüzeyin
üste gelecek şekilde durmasıyla ilgili görece oluş-sıklığı/tekerrürü (frequency)
belirlemek için henüz elli-yüzeyli bir zar atmış değildir. Bunun
yerine, öyle gözüküyor ki bizim bu ihtimali tayin etmemizin tek
doğrulaması, kayıtsızlık ilkesidir: Yani, zarın her bir yüzeyinin gözle
Tuning, and the Laws of Nature isimli bir kitapta ise çok daha derinlemesine tartışılacaktır.
görülür şekilde diğer her bir yüzeyle simetrik olduğunu göz önünde
tutunca, zarın bir yüzey yerine başka bir yüzey üste gelecek şekilde
duracağına inanmamız için hiçbir sebep yoktur ve dolayısıyla biz onların
hepsine, eşit ellide-bir ihtimalini tayin ederiz.20
Her ne kadar yerimiz sadece, ince-ayarın ateistik tek-evren hipotezi
altında oldukça ihtimal-dışı olduğu iddiasını ciddi bir şekilde savunmamın
nasıl kotarılacağına dair kısa bir izah sunmaya yetecek kadar
olsa da, kanaatimce yukarıdaki izah, ince-ayarın ateistik tek-evren hipotezi
altındaki ihtimal-dışılığına dair sezgisel hükmümüzü ciddi olarak
desteklemenin başlangıç itibariyle makul bir metodunun mevcut
olduğunu göstermektedir. Ama yine de vurgulanmalıdır ki bizim metodumuz
nihayetinde başarısız olsa bile, bu, ince-ayar argümanı için
öldürücü değildir. Bilimdeki argümanlarda olduğu gibi, ince-ayar argümanı
da ilk aşamada sezgisel makuliyete sahiptir. Bu itibarla, söz
konusu ilk aşama makuliyetini çürütmek için, ince-ayar argümanının
açıkça hatalı akıl yürütme tarzına dayandığını gösterme sorumluluğu
şüphecilere aittir.




IV. ÇOK-EVRENLER HİPOTEZİ
Çok-Evrenler Hipotezinin Açıklaması
İnce-ayarın bu teistik ya da akıllı tasarım açıklamasına cevaben,
birçok ateist alternatif bir açıklama önermişlerdir. Ben bunu çokevrenler
h ipotezi d iye a dlandırıyorum, ama l iteratürde çeşitli isimlerle
anılmaktadır: çok-dünyalar (many-worlds) hipotezi, çok-alanlar
(many-domains) hipotezi, dünya-topluluğu (world-ensemble) hipotezi,
çok-evren (multi-universe) hipotezi, vs. Bu hipoteze göre, çok büyük –
belki de sonsuz— sayıda evrenler vardır, fizik sabitler de evrenden evrene
değişmektedir.21 Elbette bu evrenlerin büyük çoğunluğunda fizik
sabitleri, hayata izin veren değerlere sahip değildirler. Buna rağmen,
evrenlerin küçük bir bölümünde, fizik sabitleri o değerlere sahiptirler
ve sonuç itibariyle, bizimkisi gibi evrenlerin var olması ve burada da
fizik sabitlerinin akıllı yaşam için doğru değerlere sahip olması artık
ihtimal-dışı değildir.
Ayrıca, genellikle bu evrenlerin, benim çok-evren üreteci diye adlandırdığım,
bir tür fiziksel mekanizma tarafından üretildiği düşünülmektedir.
Evren üreteci, bir piyango bileti üretecine benzer bir şey olarak
düşünülebilir: nasıl ki yeterince bilet üretildiği takdirde bir kazanan
numaranın nihayetinde ortaya çıkmasında şaşılacak bir şey yoksa, yeterince
evren üretildiği takdirde ince-ayarlı bir evrenin meydana gelmesinde
de şaşılacak bir şey olmayacaktır.22
Enflasyoncu Çok-Evrenler Modeli
Çok-evrenler modellerinin çoğu tamamen spekülatiftir, günümüz
fiziğinde çok az dayanağı vardır. Ancak, günümüz fiziğinde makul
bir temele sahip olan bir “çok-evrenler modeli” vardır —o da enflasyoncu
kozmolojiye dayalı olandır. Enflasyoncu kozmoloji (inflationary
cosmology), evrenin kökenini açıklamaya çalışan, günümüzde yaygın
bir şekilde tartışılan bir kozmolojik teoridir. Özü itibariyle bu teorinin
iddiası şudur: Bizim evrenimiz, varsayılan bir inflaton alanı tarafından
muazzam derecede şişirilmekte olan ön-uzayın (pre-space) küçük
bir alanınca oluşturulmuştur, tıpkı sabunla dolu bir okyanusta bir
sabun köpüğü kabarcığının oluşmasına benzer tarzda. Kaotik enflasyon
modellerinde—ki yaygın olarak onların en makul olduğu düşünülür—
ön-uzayın çeşitli noktaları rastgele şişer ve bu da sayısız kabarcık
evrenler oluşturur. Ayrıca, inflaton alanından ötürü, ön-uzay o kadar
hızla genişler ki kabarcık evrenlerin bitmez tükenmez kaynağı haline
gelir, tıpkı hızla genişleyen sabun dolu bir okyanusun sabun kabarcıklarının
tükenmez bir kaynağı haline gelmesi gibi. Bu şekilde, şişmeci
kozmoloji, doğal olarak birçok evrene sebebiyet verebilir.23
gerçeğini açıklayabileceği tek yol, “gözlemci seçimi” efektine başvurmaktır. Yani, Lewis
ve Tegmark ancak bu yönüyle bizimkine benzer evrenlerin akıllı yaşamı destekleyebileceğini
ve dolayısıyla da gözlemlenebileceğini iddia etmelidirler. Bu açıklamadaki sorun,
akıllı yaşam için gerekli türden düzene sahip yerel adaların var olmasının, bütün
evrenin böylesine intizamlı bir düzenlemeye sahip olmasından çok daha muhtemel olmasıdır.
Dolayısıyla, birçok evren arasından rastgele seçilmiş bir gözlemci, kendisini,
geniş düzensiz bölgelerle çevrelenmiş yerel bir düzenli adası olan bir evrende bulmayı
beklemelidir. Bu çerçevede, Lewis ve Tegmark’ın hipotezleri, jenerik gözlemciler olarak
kabul edilen bizlerin neden baştan sona oldukça düzenli bir evrende yaşadığımızı
açıklayabilecek gibi gözükmüyor. (Başkalarının yanı sıra, George Schlesinger (1984),
Lewis’in hipotezine bu itirazı yükseltmiştir. Bu türden bir itiraz, evrenimizdeki yüksek
dereceli düzenliliğe dair meşhur fizikçi Ludvig Boltzman tarafından önerilen benzer
bir açıklamaya karşı gündeme getirildi ve bu itirazın Boltzman’ın açıklamaları için
öldürücü olduğu genelde kabul edilmiştir (Davies, 1974, p. 103)
Başlangıç şartlarının ve fizik sabitlerinin evrenden evrene değişmesini
sağlamak için –ki şayet bu senaryo ince-ayarı açıklayacaksa
değişmek zorundadırlar— değişime sebep olacak ilave bir fiziksel mekanizmanın
bulunması gerekir. Böylesi bir mekanizma, süper-sicim
teorisi tarafından temin edilebilir, ama bunu söylemek için henüz çok
erken. Süper-sicim teorisi, fiziksel evrenin temel yapısı hakkında günümüzde
en hararetle tartışılan hipotezlerden biridir (Greene, 1999,
s.214). Süper-sicim teorisine göre, maddenin nihai kurucu unsuru, 10
(veya 11) boyutlu bir uzay-zamanda kuantum titreşimlerine maruz kalan
enerji sicimleridir, ki bunların altı veya yedi boyutları son derece
küçük hacimlere “sıkıştırılmışlardır” (compactified) ve dolayısıyla da
gözlemlenemezdirler. Ancak, sıkıştırılmış boyutların biçimi, sicimlerin
titreşiminin modlarını ve dolayısıyla temel parçacıkların türleri ve
kütleleriyle birlikte bunların arasındaki güçlerin birçok karakteristiğini
de belirlemektedir. Böylece, içerisinde sıkıştırılmış boyutların farklı
biçimlere sahip olduğu evrenler, farklı fizik sabitlerine ve o güçleri
yöneten farklı alt-kademe yasalara sahip olacaklardır. Süper-sicim teorisinin,
sıkıştırılmış boyutların biçiminde önemli değişimlere izin verip
vermediği şu an itibariyle tartışmalıdır, her ne kadar günümüzdeki
araştırmaların yönü, izin verdiğine işaret etse de. (Bkz. Susskind, yakında
çıkacak). Ancak, eğer izin veriyorsa, o zaman, bir şişmeci/süper-
sicim senaryo, sıkıştırılmış boyutların ve dolayısıyla da fizik sabitlerinin,
ince-ayarı açıklamaya yetecek derecede evrenden evrene
değişime uğradığını gösterecek şekilde düzenlenebilir.24
Dolayısıyla fizik sabitlerinin ince-ayarını açıklayacak elverişli bir
enflasyoncu/süper-sicim çok-evrenler senaryosunun inşa edilebilmesi,
reel fiziksel olabilirlik dairesi içindedir. Yine de kaydedilmelidir ki
hem enflasyoncu kozmolojinin hem de süper-sicim teorisinin günümüzdeki
popülerliğine rağmen, her ikisi de hayli spekülatiftir. Mesela,
Michio Kaku’nun süper-sicim teorisi hakkında yazdığı son dönem
ders kitabında kaydettiği gibi, “süper-sicimleri … onaylamak için
en ufak bir deneysel kanıt bulunmuş değildir” (1999, s.17). Sicim teorisinin
ana cazibe noktası, onun matematiksel zarafeti; ve birçok fizikçinin,
bu teorinin son dönemde, modern fiziğin iki köşe taşını yani
yerçekimi ile kuantum mekaniğini mezcedecek hakikaten birleşik bir
fiziksel teorinin temini için en makul öneriyi sunduğunu düşünmesidir
(Greene, 1999, s.124).
Ancak altı çizilmelidir ki süper-sicim teorisinin veya enflasyoncu
kozmolojinin yanlış olduğu ortaya çıksa bile, bunlar ince-ayarın çokevrenler
açıklamasının ciddi bir fiziksel imkan olarak kabul edilmesine
kapı aralamışlardır, zira diğer bazı mekanizmalar, fizik sabitlerinde
yeterli sayıda değişimi olan çok evrenler meydana getirebilir. Bu
kapıyı kapatmanın tek yolu, nihai fizik yasaların ne çok evrenlere ne
de evrenler arasındaki fizik sabitlerde ve yasalarda yeterli değişime
izin vermediğini keşfetmemizdir.
Çok-Evrenler Üreteci Senaryosuna Verilen Teistik Cevaplar
İster enflasyoncu çeşidinden olsun ister başka bir türden olsun, çokevrenler
üreteci senaryosuna verilen esaslı bir teistik cevap, yaşamıdestekleyen
evrenler üretebilmesi için bir “çok-evrenler üreteci”nin
“pekiyi-tasarlanmış” olması gerekiyor gibi gözükmesidir. Sonuçta,
evrenler yerine sadece ekmek somunları üreten bir ekmek makinesi
gibi dünyevi bir eşya bile, düzgün ekmek somunları üretmek için çok
iyi tasarlanmış olmalıdır. Eğer bu doğruysa, o zaman ince-ayarın bir
açıklaması olarak bir tür çok-evrenler üretecine başvurmak, sadece,
tasarım meselesini bir kademe yukarıya, yani çok-evrenler üretecini
kim tasarladı sorusuna yükseltecektir.
Yukarıda tartışılan enflasyoncu senaryo, bu düşünme tarzının iyi
bir test örneğidir. Enflasyoncu/süpersicim çok-evrenler üreteci, ancak
aşağıdaki “bileşenlere” veya “mekanizmalara” sahip olduğu için yaşamı-
destekleyici evrenler üretebilir:
i) Kabarcık evrenler için gerekli enerjiyi tedarik edecek bir mekanizma.
Bu mekanizma, varsayılan inflaton alanıdır. Boş uzaya sürekli
bir enerji yoğunluğu yaymak suretiyle, uzay genişledikçe, inflaton
alanı, kabarcıklar için “sınırsız bir enerji rezervuarı” görevi görebilir.
(Peacock, 1999, s.26).
ii) Kabarcıkları oluşturacak bir mekanizma: Bu mekanizma,
Einstein’ın genel izafiyet denklemidir. Kendine has formundan ötürü,
Einstein’ın denklemi şunu dikte etmektedir: Uzay, boş uzaya sürekli
(ve homojen) enerji yoğunluğu yayan, inflaton alanı gibi bir alanın içerisinde
muazzam bir hızla genişlemektedir. Bu hem kabarcık evrenlerin
oluşmasına ve hem de kabarcıkların birbirine çarpmasını engelleyen
ön-uzay’ın (“okyanus”) hızla genişlemesine sebep olmaktadır.
iii) İnflaton alanının e nerjisini, kendi evrenimizde gördüğümüz
normal kütle-enerjiye dönüştürecek bir mekanizma: Bu mekanizma,
Einstein’ın kütle ve enerjinin eşdeğerliği (yani, E=mc2) anlatımının,
evrenimizde gördüğümüz normal kütle-enerji alanları ile inflaton alanı
arasında olduğu varsayılan eşleşmeyle birleşmiş halidir.
iv) Evrenler arasında fizik sabitlerinde yeterli varyasyona izin verecek
bir mekanizma: Bu mekanizma için fiziksel olarak en elverişli
aday, süper-sicim teorisidir. Yukarıda anlatıldığı üzere, süper-sicim
teorisi, kabarcık evrenler arasında fizik sabitlerindeki varyasyonlarda
bir ince-ayarlı evrenin üretilmesini makul derecede muhtemel kılmaya
yetecek varyasyona elverişli olabilir. Süper-sicim teorisinin, fizikçiler
tarafından araştırılmakta olan diğer ana alternatifleri –mesela Grand
Unified Field Theories (GUTS) için son dönemde önerilen modeller
gibi— yeterli varyasyon için elverişli gözükmemektedirler.25
Bütün bu “bileşenler” olmaksızın, çok-evrenler üreteci, bir tek yaşam
destekleyici evren üretmekte kesinlikle başarısız olacaktır. Örneğin,
Einstein’ın denklemi ile inflaton alanı, uzayın ufak bölgelerini
muazzam derecede şişirmek için birlikte uyumlu bir iş görürken,
aynı zamanda hem bu bölgelere önemli derecede kütle-enerjiye sahip
bir evren için zorunlu olan pozitif enerji yoğunluğunu yaymakta
ve hem de ön-uzayın, kabarcık evrenlerin çarpışmasını engelleyecek
kadar yeterli hızda genişlemesine sebep olmaktadır. Bu faktörlerden
birinin olmaması durumunda, ne şişen uzay bölgeleri olacaktır ne de
bu bölgeler bir evrenin var olması için zorunlu olan kütle-enerjiye sahip
olacaklardır. Örneğin, eğer evren, Einstein’ınki yerine Newton’ın
çekim teorisine uysaydı, inflaton alanının vakum enerjisi, en iyi ihtimalle,
uzayın genişlemesine değil sadece büzülmesine sebep olan yerçekimsel
bir cazibe yaratacaktı. Böylece hiçbir evren oluşmayacaktı.
Yukarıda sıralanan dört faktöre ek olarak, doğru arka-plan yasaları
yerli yerinde olduğu için genişlemeci/süper-sicim çok-evrenler
üreteci yalnızca yaşam-destekleyen evrenler üretebilir. Örneğin, daha
önce zikredildiği üzere, kuantizasyon ilkesi olmaksızın, bütün elektronlar
atom çekirdeklerinin içine soğurulurdu ve dolayısıyla atomlar
imkansız olurdu; Pauli-dışlama (Pauli-exclusion) ilkesi olmasaydı, elektronlar
en-alt seviye atom yörüngesini işgal ederdi ve dolayısıyla karmaşık,
değişik atomlar imkansız olurdu; bütün kütleler arasındaki evrensel
ölçekteki cazibe gücü olmasaydı, madde, hayatın gelişmesi için
veya yıldızlar gibi uzun ömürlü sürekli enerji kaynaklarının var olması
için yeterince büyük (gezegenler gibi) maddi cisimler oluşturamazdı.26
Özetle, bir enflasyoncu/süper-sicim çok-evrenler üreteci var olsa
bile, arka-plan yasaları ve ilkeleriyle birlikte onun, hayata izin veren
evrenlerin üretilmesi için yasaların ve alanların doğru bir kombinasyonuna
sahip, biyokimyacı Michael Behe’den (1996) ödünç alacağımız
bir ifadeyle söylersek, indirgenemez şekilde karmaşık bir sistem
olduğu söylenebilirdi: Bileşenlerden biri olmasaydı veya farklı olsaydı,
mesela Einstein’ın denklemi veya Pauli-dışlama ilkesi gibi, hayata izin
veren herhangi bir evrenin üretilebilmesi ihtimal-dışı olurdu. Alternatif
açıklamaların yokluğunda, böylesi bir sistemin varlığı tasarımı akla
getirmektedir, zira böyle bir sistemin tam da doğru kombinasyonlara
şans eseri sahip olması ihtimal-dışı gözükmektedir. Bu sebeple, insan
sırf bir tür çok-evrenler üreteci hipotezi kurmak suretiyle tasarım sonucuna
varmaktan kaçabilecek gibi gözükmüyor.
Ayrıca, çok-evrenler üreteci hipotezi, evrenin, bariz bir tasarım sergiliyor
gözüken diğer özelliklerini açıklayamazken, teizm açıklayabilir.


Örneğin, Albert Einstein gibi birçok fizikçi, fiziğin temel yasalarının
fevkalade güzellik, zarafet, uyum ve hüner sergilediğini gözlemlemişlerdir.
Mesela, Nobel Ödüllü fizikçi Steven Winberg, Dreams of a Final
Theory isimli kitabında bütün bir bölümü (Böl. 6, “Beautiful Theories”),
güzellik ve zarafet kriterlerinin, doğru yasaları formüle ederken
fizikçilere yol göstermede nasıl yaygın bir şekilde kullanıldığını açıklamaya
ayırmaktadır. Gerçekten de bu asrın en ünlü teorik fizikçilerinden
biri olan Paul Dirac, “bir kişinin denklemlerinin güzelliğe sahip
olması, onların deneye uygun hale getirilmesinden daha önemlidir”
(1963, s.47) iddiasında bulunacak kadar ileri götürmüştür işi.
Şimdi, böylesi güzellik, zarafet ve hüner, eğer evren Tanrı tarafından
tasarlanmışsa bir anlam ifade edecektir. Ancak, çok-evrenler hipotezi
altında, temel yasaların zarif veya güzel olmalarını beklemek
için hiçbir sebep yoktur. Teorik fizikçi Paul Davies’in yazdığı gibi,
“eğer tabiat, maharetleriyle bizi hayrete düşüren mekanizmaları işletecek
kadar “zeki” ise, bu, evrenin arkasındaki akıllı tasarımcının
varlığı için ikna edici bir delil değil midir? Eğer dünyanın en keskin
zihinlileri, tabiatın derin işlerini sadece zorlukla çözebiliyorlarsa, bu
işlerin sadece zihinsiz bir kaza sonucu, bir kör şans eseri olduğu nasıl
düşünülebilir?” (ss.235-36).27
Son olarak, ben başka bir yerde (Collins, “A Theistic Perspective
on the Multiverse Hypothesis,” yakında yayınlanacak), böyle bir evren
üretecine dair zorlayıcı bilimsel bir kanıt elde etsek bile bunun teizm
için bir tehdit oluşturmayacağını savunmuştum. Tanrı’nın sonsuz
ve sonsuz şekilde yaratıcı olduğu göz önünde tutulunca, Tanrı’nın, sadece
hem uzay hem zaman olarak geniş bir evren değil, aynı zamanda
belki de böylesi birçok evren yaratacağı da anlamlı hale gelmektedir.
Dolayısıyla teistlerin, böyle bir hipotezi Tanrı’nın sonsuz tabiatına
dair ilave bir açıklama olarak memnuniyetle karşılamaları gerektiği
bile ileri sürülebilir.


V. SONUÇ
Bu makalede ben, kozmosun hayat için ince-ayarlamasının, ateistik
tek-evren hipotezi karşısında teizmi tercih etmek için güçlü bir kanıt
sunduğunu ileri sürmüş bulunuyorum. Daha sonra ise bir kişi fizik
sabitlerinin ince-ayarlı oluşunu bir tür çok-evrenler üretecine başvurarak
kısmen açıklayabilirse de bizatihi çok-evrenler üretecinin çok
iyi tasarlanmaya muhtaç olacağına ve dolayısıyla bir tür çok-evrenler
üreteci hipotezi kurmanın meseleyi sadece bir üst seviyeye çıkaracağına
inanmak için geçerli sebeplerimizin olduğunu öne sürdüm. Önerdiğim
argümanlar, teizmin doğruluğunu kanıtlamıyor, hatta teizmin
epistemik olarak güvenceli (warranted) olduğunu veya benimsenecek
en makul konum olduğunu bile göstermiyor. Bunu göstermek, teizm
lehinde ve aleyhinde olan bütün kanıtların incelenmesinin yanı sıra
teizme getirilen bütün alternatiflere de bakmayı gerektirecektir. Bunun
yerine, bu makaledeki argümanlar, sadece kozmosun ince-ayarlı
oluşunun ateizm karşısında teizmi tercih etmek için bize önemli sebepler
sunduğunu gösterme amacı taşımaktadır (burada ateizm, basitçe
teizmin inkarı olarak değil, fakat aynı zamanda evrenin varlığının
veya yapısının arkasındaki herhangi bir tür aklın inkarını da içine
alacak şekilde anlaşılmaktadır).

Referanslar
Barrow, John and Tipler, Frank. The Anthropic Cosmological Principle. Oxford:
Oxford University Press, 1986.
Behe, Michael. Darwin’s Black Box: The Biochemical Challenge to Evolution.
New York: The Free Press, 1996.
Carnap, Rudolph. (1962) The Logical Foundations of Probability . Chicago:
University of Chicago Press, 1962).
Carr, B. J., and Rees, M. J. (April, 1979). “The Anthropic Cosmological Principle
and the Structure of the Physical World.” Nature, Vol. 278, 12 April
1979, pp. 605 -612.
Collins, Robin. (1999) “The Fine-Tuning Design Argument” in Reason for
the Hope Within, Michael Murray (ed.), Grand Rapids, MI: Eerdman’s
Publishing Company.
Collins, Robin. (2002). The Argument from Design and the Many-Worlds
Hypothesis,” in Philosophy of Religion: a Reader and Guide, William
Lane Craig, editor, New Brunswick, NJ: Rutgers University Press, 2002.
Collins, Robin. (2003). “The Evidence for Fine-tuning.” In God and Design:
The Teleological Argument and Modern Science, Neil Manson
(ed.), Routledge.
Collins, Robin (Forthcoming) “Answering the Who Designed God Objection?”,
in James Sennett and Douglas Groothius, editors, In Defense of
Natural Theology: A Post-Humean Reassessment, Downers Grove, IL:
Intervarsity Press.
Collins, Robin (Forthcoming). “A Theistic Perspective on the Multiverse
Hypothesis,” in Bernard Carr, editor, Universe or Multiverse? Cambridge
University Press.
Davies, Paul. (1974). The Physics of Time Asymmetry. Berkeley, CA: University
of California Press.
Davies, Paul. The Accidental Universe. Cambridge: Cambridge University
Press, 1982.
55
ROBIN COLLİNS
__________. Superforce: The Search for a Grand Unified Theory of Nature.
New York: Simon and Schuster, 1984.
__________. The Cosmic Blueprint: New Discoveries in Nature’s Creative
Ability to Order the Universe. New York, Simon and Schuster, 1988.
Denton, Michael. (1998). Nature’s Destiny: How the Laws of Biology Reveal
Purpose in the Universe, New York, NY: The Free Press.
Dirac, P. A. M. “The evolution of the physicist’s picture of nature.” Scientific
American, May 1963.
Dyson, Freeman. (1979). Disturbing the Universe. New York: Harper and Row.
Greene, Brian. The Elegant Universe: Superstrings, Hidden Dimensions,
and the Quest for the Ultimate Theory. New York: W. W. Norton and
Company, 1999.
Earman, John. (1992) Bayes or Bust? A Critical Examination of Bayesian
Confirmation Theory. Cambridge, MA: The MIT Press.
Edwards, A. W. F. (1972) Likelihood Baltimore : Johns Hopkins University
Press, 1992.
. Guth, Alan. The Inflationary Universe: The Quest for a New Theory of
Cosmic Origins. New York, Helix Books, 1997.
Hacking, Ian. The Emergence of Probability: A Philosophical Study of Early
Ideas About
Probability, Induction and Statistical Inference. Cambridge: Cambridge
University Press,
1975.
Howson, Colin, and Urbach, Peter. (1989). Scientific Reasoning: The Bayesian
Approach, La
Salle, IL: Open Court, 1989.
Kaku, Michio. Introduction to Superstrings and M-Theory, Second Edition.
New York,
Springer-Verlag, 1999.

Leslie, John. “How to Draw Conclusions From a Fine-Tuned Cosmos.” In
Robert Russell, et. al., eds., Physics, Philosophy and Theology: A Common
Quest for Understanding. Vatican City State: Vatican Observatory
Press, pp. 297-312, 1988.
_________. Universes. New York: Routledge, 1989.
Lewis, David. On the Plurality of Worlds, New York, Basil Blackwell, 1986.
Linde, Andrei. Particle Physics and Inflationary Cosmology. Translated by
Marc Damashek. Longhorne, Pennsylvania: Harwood Academic Publishers,
1990.
Linde, Andrei. Inflation and Quantum Cosmology. New York: Academic
Press, Inc., 1990.
Oberhummer, H., Csoto, A. and Schlattl, H. (2000a). “Fine-Tuning of Carbon
Based Life in the Universe by Triple-Alpha Process in Red Giants,”
Science, Vol. 289, No. 5476, 7 July 2000, pp. 88-90.
Peacock, John. (1999). Cosmological Physics. Cambridge: Cambridge University
Press, 1999.
Penrose, Roger. (1989). The Emperor’s New Mind : Concerning Computers,
Minds, and the Laws of Physics , Roger Penrose New York : Oxford
University Press.
Plantinga, Alvin. Warrant and Proper Function. Oxford: Oxford University
Press, 1993.
Rees, Martin. Just Six Numbers: The Deep Forces that Shape the Universe,
New York, NY: Basic Books, 2000.
Schlesinger, George (1984), “Possible Worlds and the Mystery of Existence”
Ratio, 26, pp.1-18.
Schlesinger, George. (1985). The Intelligibility of Nature. Aberdeen, Scottland:
Aberdeen University Press.
Sklar, Lawrence. Physics and Chance: Philosophical Issues in the Foundation
of Statistical Mechanics. Cambridge: Cambridge University Press, 1993.
57
ROBIN COLLİNS
Sober, Eliot. (2002). “Bayesianism--Its Scope and Limits” in Bayes’s Theorem,
Richard Swinburne (ed), Oxford: Oxford University Press, 2002,
pp. 21-38
Smart, J. J. C. “Laws of Nature and Cosmic Coincidence”, The Philosophical
Quarterly, Vol. 35, No. 140.
Smith, George. “Atheism: The Case Against God.” Reprinted in An Anthology
of Atheism and Rationalism, edited by Gordon Stein, Prometheus
Press, 1980.
Susskind, Leonard. “The Anthropic Landscape of String Theory,” in Bernard
Carr, editor, Universe or Multiverse? Cambridge University Press.
Swinburne, Richard. An Introduction to Confirmation Theory. London: Methuen
and Co. Ltd, 1973.
Tegmark, Max. “Is ‘the theory of everything’ merely the ultimate ensemble
theory?”, Annals of Physics, 270, (1998), pp. 1-51..
Van Fraassen, Bas. Laws and Symmetry. Oxford: Oxford University Press,
1989.
Weatherford, Roy. Foundations of Probability Theory. Boston, MA: Routledge
and Kegan Paul, 1982.
Weinberg, Steven. Dreams of a Final Theory. New York: Vintage Books, 1992


Kaynakca

1 Bu makale [“God, Design and Fine-Tuning”], Michael Murray (ed.), Reason for the
Hope Within (Grand Rapids, MI: Eerdmans, 1999)’de yayınlanmış olan “The Finetuning
Design Argument” başlıklı bir makalenin uyarlanmış versiyonudur.

2 İnce-ayar argümanı ve ilişkili tasarım argümanının geniş çaplı bir incelemesi, şu anda
üzerinde çalıştığım The Well-Tempered Universe: God, Fine-tuning, and the Laws of
Nature başlıklı bir kitapta sunulacaktır.

3 Fizikçiler ve astrofizikçiler tarafından yazılmış, ince-ayar kanıtını tartışan birçok makale
ve kitap mevcuttur. Bunlardan bazıları: Davies, 1982, Barrow ve Tipler, 1986,
Rees, 2000, ve Leslie, 1989.

4 Bu tartışma boyunca biz, yaşamın, önemli, kendi kendini üreten kompleksliği, bilhassa
bizimkisine kıyaslanabilir akıllı yaşamı gerektirdiğini varsayıyoruz.

5 En güçlü olduğunu düşündüğüm altı örneğin titiz bir fiziksel analiziyle birlikte sabitlerin
ince-ayarına dair kanıtın güncel bir analizi için, bkz. Collins, 2003. Aşağıda
belirtilen sabitlerin ince-ayar örneklerinin daha detaylı bir incelemesi, literatüre daha
detaylı atıflar eşliğinde işaret edilen makalede sunulmaktadır.

6 Bkz. Collins, 2003.

7 Kozmolojik sabitin ince-ayarı, literatürde geniş bir şekilde tartışılmaktadır (mesela
bkz. Davies, 1982, 105 -109, Rees, ss. 95 - 102, 154-155). Erişilebilir güncel bir tartışma
için bkz. Collins, 2003.
23

8 Bu makalede ben ateizmi, basitçe geleneksel teizmin Tanrı’sının inkarından öte bir şey
olarak, aynı zamanda evrenin varlığının veya görünen tasarımının sorumlusu olarak
görülebilecek herhangi bir tür kapsayıcı aklın inkarını da içine alacak şekilde anlıyorum.

9 Bilimsel çıkarsamanın sistematik bir açıklamasını temin etmede filozofların geldikleri
en ileri nokta, Bayesçi açıklamadır. (Bkz. Howson and Urbach, 1989.) Önde gelen
bir bilim filozofu olarak John Earman, “tümevarım, tasdik ve bilimsel çıkarsamanın
kapsamlı ve birleşik bir değerlendirmesi için en çok umudu” Bayesçiliğin verdiğini
kaydetmektedir (Earman, 1992, p. xi.) Ama bu bilimsel çıkarsama izahının birkaç
sorunu vardır ve bu sebeple geniş çaplı kabul görmemiştir. Esaslı bir sorun, bilimsel
rasyonalitenin tam bir açıklaması olarak kabul edilen bu izahın, çok ciddi anlamda
subjektivist ihtimaliyet teorisine dayandığıdır. Bu, nihayetinde, insanın hakikate veya
bilimsel teorinin empirik yeterliğine olan inancını, rasyonalite sınırları dışında kalan
büyük ölçüde öznel bir kanaat meselesi haline sokmaktadır. Bu sebeple birçok filozofa
göre, Bayesçi izahın tamamen kabul edilmesi, büyük ölçüde, bilimin rasyonalitesinin
altını oymakla sonuçlanmaktadır.

10 Bkz. Carnap (1962). Tasdik (confirmation) teorisine ve öncelikli tasdik ilkesine dair
temel fakat biraz eski bir giriş için bkz. Swinburne, (1973). Bilhassa olabilirlik (likelihood)
ilkesini tartışan literatür için bkz. Edwards (1992) ve Elliot Sober (2002.)

11 Belli potansiyel karşıt örnekleri bertaraf etmek için, bu ilkenin, sadece içerisinde H1’in,
E kanıtından ayrı bağımsız bir olabilirliğe/makuliyete (independent plausibility) sahip

12 İhtimaliyet hesaplamalarına aşina olanlar için, bir kanıtın bir hipotez yerine başka bir
hipotez lehine sayılma derecesine dair tam bir açıklama, Bayes Teoreminin ihtimallilik
oranının (odds) formu açısından verilebilir: yani, P(H1/E)/P(H2/E) = [P(H1)/P(H2)] x
[P(E/H1)/P(E/H2)], burada P( / ) bir önermenin başka bir önermenin doğruluk şartına
bağlı epistemik ihtimaliyetini temsil etmektedir. Ancak, burada ifade edilen ilkenin
genel versiyonu, Bayes teoreminin geçerli veya doğru olmasını gerektirmemektedir.

13 Kesin olarak söylemek gerekirse, ince-ayar, fizik sabitleri için yaşama izin veren değerler
aralığının, o değerler için “teorik olarak mümkün” aralığı R’ye kıyasla küçük olduğu
iddiası ile, değerlerin gerçekte yaşama izin veren aralık içinde yer aldığı iddiasının
birleşimine işaret etmektedir. Biz, işte bu sonraki olgu

14 İhtimaliyet teorisi konusunda eğitimli olanlar, şunu not etmek isteyeceklerdir: burada
başvurulan ihtimaliyet türü, filozofların epistemik ihtimaliyet dedikleri türdür, ki bu bir
önerme hakkında sahip olmamız gereken inancın rasyonel derecesinin bir ölçüsüdür.
(Bkz. aşağıda İtiraz (5)). Bizim zorunlu bir doğru hakkındaki inancımızın rasyonel değeri
1’den az olabileceği için, bir tabiat yasasının zorunlu olarak var olmasının ihtimal-dışı
oluşundan makul bir şekilde bahsedebiliriz. Örneğin–Goldbach’ın 6’dan büyük her bir
çift sayının, iki tek asal sayının toplamı olduğu şeklindeki varsayımı gibi—kanıtlanmamış
matematiksel hipotezlerin, güncel kanıtlara bakınca, muhtemelen doğru veya muhtemelen
yanlış olduklarından söz edebiliriz, her ne kadar bütün matematiksel hipotezler
ya zorunlu olarak doğru ya da zorunlu olarak yanlış olsalar da.


15 Bu itiraz, benzer bir türden analoji öneren John Leslie tarafından da ele alınmıştır
(1989, ss.17-18).


16 Epistemik ihtimaliyet hakkında derinlikli bir tartışma için bkz. Swinburne (1973),
Hacking, (1975), ve Plantinga (1993), 8. ve 9. Bölümler.


17 Doğal bir parametre, fiziksel bir büyüklüğe doğrudan tekabül eden bir parametredir.
Alternatif olarak, eğer bir kimse, içerisinde bir parametrenin geçtiği bir fiziksel teori
hakkında anti-realist ise, doğal bir parametre, ilgili fizik teorilerinin fizik çevrelerindeki
standard ifadelerinde geçen bir parametre olarak tanımlanabilir. Örnek olarak, bir
m kütlesini ve bunun karşısında başka bir “u” parametresi düşünün; bu parametre o
kütlenin küpünü belirtsin (u=m3). Bu kütlenin fiziksel bir büyüklüğe doğrudan karşılık
geldiğini varsayarsak, m doğal bir parametre olarak düşünülmelidir. Diğer taraftan,
u doğal görülmemelidir, zira o ne doğrudan fiziksel bir büyüklüğe karşılık gelmektedir,
ne de kütleye işaret eden o teorilerin en basit ifadesinin bir parçasıdır.

18 Genel izafiyette, yerçekimi bir kuvvet olarak değil, fakat uzay-zamanın bükülmesi (eğrisi)
(curvature) olarak düşünülmektedir. Yerçekimini bir kuvvet olarak düşünmek,
sadece Newtoncu mekanikte veya kuantumcu yerçekimi anlayışında bir anlam ifade
eder ki buna göre, yerçekimi, tabiatın diğer kuvvetlerine benzer bir şekilde, kuantumların
(gravitonların) mübadelesini içermektedir.

19 “Evidence for Fine-tuning” (2003) başlıklı makalemde tartıştığım ince-ayarın her bir
çeşidi için bu tür mümkün alt sınırlar temin edilmektedir. Bu mesele ayrıca benim
“The Fine-Tuning Design Argument” (1999, ss. 69-70) makalemde kısaca tartışılmaktadır
ve son dönemde üzerinde çalıştığım The Well-Tempered Universe: God, Fine43


20 Kayıtsızlık ilkesinin tam bir savunusu, bu makalenin sınırlarını aşmaktadır, fakat şu sıralar
üzerinde çalıştığım ince-ayar tasarım argümanı hakkındaki kitapta sunulacaktır.
Ayrıca, bu ilkenin uzun bir savunusu için bkz. Schlesinger (1985, bölüm 5). Önerme
(2)’nin doğrulamasına dair burada sunulandan biraz daha derinlikli bir inceleme,
Collins 1999’un ek kısmında sunulmaktadır.

21 Ben bir “evren”i, uzay-zamanın, diğer bölgelerle bağlantısız olan herhangi bir bölgesi
olarak tanımlıyorum, öyle ki bu bölgedeki fizik sabitleri diğer bölgelerden önemli
ölçüde farklılaşabilir. Çok-evrenler hipotezinin daha kapsamlı bir tartışması, Collins,
“The Argument from Design and the Many-Worlds Hypothesis” (2002)’de sunulmaktadır.


22 Bazıları bir metafiziksel çok-evrenler hipotezi denebilecek bir hipotez teklif etmişlerdir
ki buna göre, evrenlerin, herhangi bir fiziksel süreç tarafından meydana getirilmeksizin
kendi başlarına var oldukları düşünülmektedir. Tipik olarak bu görüşün savunucuları
–mesela Princeton Üniversitesi’nin müteveffa filozofu David Lewis (1986) ve
Pennsylvania Üniversitesi’nin astrofizikçisi Max Tegmark (1998)– her mümkün dünyanın
var olduğunu iddia etmektedirler. Örneğin, Lewis’e göre, bizim gerçekliğimize
paralel, içerisinde benim ABD Başkanı olduğum bir gerçeklik ve içerisinde nesnelerin
ışık hızından daha hızlı hareket edebildikleri bir gerçeklik vardır. Mümkün bir senaryonun
hayalini kurun, Lewis’e göre o, paralel bir gerçeklikte vardır. Tamamen spekülatif
(ve birçok insanın zihninde tuhaf) olmasının yanı sıra, bu senaryodaki esaslı bir
sorun, mümkün evrenlerin büyük çoğunluğunun kaotik olanlar olmasıdır, tıpkı harflerin
bin karakterli mümkün düzenlemelerinin anlamlı bir örüntü oluşturmayacakları
gibi. Dolayısıyla, bu metafiziksel hipotezlerin evrenimizin kurallı-düzenliliğini (regularity)
ve öngörülebilirliğini ve onun birkaç basit yasa ile tasvir edilebilir göründüğü


23 Enflasyoncu kozmoloji hakkında iyi ve erişilebilir bir özet için bkz. Guth, 1997.




24 Bu mesele hakkındaki yararlı tartışmaları için Baylor Üniversitesi’de sicim teorisyeni
olan Gerald Cleaver’a borçluyum. İnce-ayara dair yukarıda tartışılan enflasyon/süpersicim
çok-evrenler türünden açıklamalar bir kısım yazarlar tarafından önerilmiştir,
mesela Linde, (1990, PP&IC, p. 306; 1990, IQC, p. 6) ve Greene (1999, pp. 355 - 363).
Ancak şu ana kadar hiç kimse, süper-sicim teorisi veya enflasyon kozmolojisi fiziğini
yeterince doğrulamamış veya bir sonuca ulaştırmış değildir, bırakınız bu ikisini birlikte
çözmeyi. Dolayısıyla bu senaryo oldukça spekülatif olarak duruyor



25 En basit ve en çok çalışılan GUT, SU(5), diğer SU(5)-olmayan Higgs alanları ihmal
edildiğinde, fiziğin temel sabitleri için üç farklı değerler kümesine izin vermektedir
(Linde, PP&IC, p. 33). Diğer bütün Higgs alanları dahil, varyasyonların sayısı belki de
birkaç düzineye kadar artmaktadır (Linde, IQC, p. 6). Ancak, 1053’te bir birime denk
gelecek şekilde ince-ayarlı olduğu tahmin edilen kozmolojik sabitin sırf ince-ayarını
açıklamak, fiziksel sabitlerin evrenler arasında 1053 civarında varyasyonunu gerektirecektir.




26 Her ne kadar sicim teorisinde fizik yasalarının bazıları evrenden evrene değişiklik
gösterebilirse de bu arka-plan yasalar ve ilkeler, sicim teorisinin yapısının bir sonucudur
ve bu sebeple enflasyon/süpersicim çok-evrenler hipotezi tarafından açıklanamazlar,
zira onlar bütün evrenlerde meydana gelmek zorundadırlar. Ayrıca, evrenler
arasındaki varyasyon/değişim, parçacıkların kütleleri ve türlerinin varyasyonundan ve
aralarındaki kuvvetlerin formlarından ibaret oldukları için, karmaşık yapılar hemen
hemen kesinlikle atom-benzeri şeyler olacaktır ve sürekli enerji kaynakları hemen hemen
kesinlikle maddenin yığışımını gerektirecektir. Dolayısıyla yukarıdaki arka-plan
yasalar, bu senaryoda, üretilen çok-evrenlerin herhangi birinde yaşamın olması için
zorunlu gözükmektedir, sadece, bizimkine has parçacık türlerine ve güçlere sahip bir
evrenin değil.


27 Basitlik ve tabiat yasalarının güzelliğine dayalı tasarım kanıtı hakkında daha fazla bilgi
için bkz. benim “The Argument from Design and the Many-Worlds Hypothesis”
(2002) başlıklı makalem, Kısım II.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder