Aksiyolojik Argüman - Enis Doko







Tarih boyunca felsefeciler, Tanrı’nın varlığını ispatlamak için çeşitli
argümanlar geliştirmişlerdir. Geleneksel olarak bu argümanlar dört ka -tegoride tasnif edilir: Ontolojik argümanlar, Kozmolojik argümanlar,
Teleolojik argümanlar, Aksiyolojik argümanlar. Türkiye ve genel ola -rak doğu coğrafyasında bu argümanlar içersinde en az işlenmiş olanlar
aksiyolojik
2 argümanlardır. Aksiyolojik argümanla, estetik veya ah-laktan hareketle Tanrı’nın var olduğu gösterilmeye çalışılır. Aksiyolo -jik argümanlar iç gözlem temelli, ontoloji temelli, yahut pratik temelli
olabilir. Ben burada ontoloji temelli bir aksiyolojik argüman geliştir -meye çalışacağım. Ahlaki ve estetik algılarımızın kökeni veya ahla-kın ve estetiğin uygulamalarından ziyade, bu disiplinlerde ortaya çı -kan önermelerin
3 doğası üstüne yoğunlaşacağım.


 Argümanı incelemeye geçmeden önce birkaç önemli noktaya dik-katinizi çekmek istiyorum. Ahlak hassas bir konu olduğu için, burada
sunulan argümanın doğru anlaşılması açısından, savunduklarımı an -latmadan önce savunmadıklarımı anlatmak istiyorum. Bu makalede,
ahlaklı olmak için Tanrı’ya inanılması gerektiğini iddia etmeyeceğim.
Bu bariz bir biçimde yanlış bir iddiadır, ateistler tabi ki ahlaklı insan-lar olabilir. Tanrı’ya inanan insanların, ateistlerden daha ahlaklı olduk -larını da iddia etmeyeceğim. Tanrı’ya inanmadan, herhangi bir dine
mensup olmadan da ahlaki yargıları kavramak elbette ki mümkün-dür. Ahlaki bir sistem kurulması için Tanrı’ya atıf yapılması gerek -tiğini de iddia etmeyeceğim, insan hakları beyannamesi gibi karma -şık ahlaki sistemler elbette ki Tanrı’ya hiç atıf yapmadan kurulabilir.
Argümandaki odak noktam, ahlakın doğası yani ontolojisi olacaktır.
Argümana geçmeden önce, onu anlamak için bilmemiz gereken bazı
temel kavramlara göz atalım.
1.   Temel Kavramların Tanımlanması Ve Birkaç Not
Önce “temel yasa” kavramını tanımlamakla başlayalım. Temel
yasalar evrendeki bütün doğru önermelerin çıkarsanmasında kulla-nılan önermelerdir. Temel yasalar başka hiçbir yasadan çıkarsana-mazlar, bunlar en temel doğru önermelerdir. Mesela Kepler yasaları,
Newton’un hareket ve yer çekimi yasalarından çıkarsanabildikleri için
temel yasa değildir. Diğer taraftan Einstein’ın yer çekimi yasası, eğer
yanlışlanmazsa, temel yasadır çünkü başka hiçbir yasadan çıkarsa-namaz. Evrendeki bütün doğru önermeler, evrendeki temel yasalar -dan çıkarsanabilir.
Bilmemiz gereken önemli bir ayrım da “olgusal” ile “aksiyolojik”
önermeler ayrımıdır. “Olgusal önermeler” ya da diğer bir ismiyle “dir-önermeleri”, bize dış dünyayı betimler. Bildirme tümcelerini doğru ya da yanlış yapan şeyler olgusal önermelerdir. Mesela “Ahmet kahvaltıda
börek yedi” önermesi, olgusal bir önermedir ve bu önermeyi doğru ya
da yanlış yapan şey Ahmet isimli kişinin kahvaltıda gerçekten börek
yiyip yemediğidir. Yani önerme, dış dünyada var olan cisimler ara -sındaki ilişkiyi tarif eder. Diğer bir deyişle olgusal önermeler betim -leyicidir. Olgusal önermelerin en güzel örneği bilimsel önermelerdir.
Olgusal önermelerde bahsedilen cisim ve özellikler ampirik olarak
gözlemlenebilir. Nitekim olgusal önermelerin doğru olup olmadığını
gözlem yaparak anlayabiliriz.
“Aksiyolojik önermeler” ya da diğer bir deyişle “gerek-önermeleri”
ahlaki ve estetik önermelerdir. Bu önermeler betimlemeden ziyade, ku -ral koyarlar ya da gerekliliklerden bahsederler. Mesela, “Zevk için in -san öldürmemeliyiz” önermesi, aksiyolojik bir önermedir. Aksiyolojik
önermeler de doğru ya da yanlıştırlar, ama farklı olarak, bu önermele -rin işaret ettiği bilinçli varlıkların nasıl olması gerektiğini de tarif eder -ler. Bu önermeler olgusal önermelere benzer şekilde “dır” son eki ile
yazılabilir olmalarına karşın; atıf yaptıkları cisim ya da özelliğin göz -lemlenebilir olmayışı, ya da “-meli” son ekli cümleye dönüştürülebilir
olmaları ile fark edilebilirler. Mesela, olgusal bir önerme olan “Çınar
yaprağı yeşildir” önermesinde, bahsedilen yeşillik özelliği dış dünyada
gözlemlenebilir. Diğer taraftan “Geçerli bir nedenimiz olmadan yalan
söylemek kötüdür” önermesindeki kötülük özelliğini dış dünyada göz -lemlemek mümkün değildir, dolayısı ile buradan bu önermenin aksi -yolojik önerme olduğunu anlayabiliriz. Nitekim aynı önerme “-meli”  son eki ile de ifade edilebilir; “Geçerli bir nedenimiz olmadığı sürece
yalan söylememeliyiz.” Aksiyolojik özelliklerin dış dünyada gözlemle -nebilir olmaması size garip geliyorsa, matematiksel ve mantıksal özel -liklerin de dış dünyada gözlemenemediğini, bunların doğruluk değe -rinin de gözlemle belirlenemeyeceğini hatırlamak gerekir.
Olgusal önermelerde bahsedilen gerekli özellik ve cisimler olmasa
bu önermeler yanlış olurlardı. Mesela börek olmayan bir evrende, “Ah -met kahvaltıda börek yedi” önermesi doğru olmazdı. Bu durum, ol-gusal önermelerin evrendeki varlıklar arası ilişkileri tarif etmesinden  kaynaklanmaktadır, bu varlıkların olmadığı evrenlerde o varlıklarla
alakalı önermeler elbette ki doğru olamaz. Diğer taraftan dünyada
hiç tecavüz fiili işlenmeseydi bile “Çocuklara tecavüz etmek yanlış -tır” önermesi, hala doğru olacaktı. Bu olgusal önermelerle aksiyolojik  önermeler arasındaki diğer temel bir farktır. Aksiyolojik önermelerin  bu ilginç özelliğine, benzer şekilde matematiksel ve mantıksal öner -melerde de bulmak mümkündür. Mesela, evrende hiç üçgen olmasaydı  bile, “Üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir” önermesi doğru ola -caktı. (Aksiyolojik önermeler estetik önermeleri de kapsayabilir, an -cak biz burada ahlaki önermelere yoğunlaşacağız.)  “Ahlaki realizm” bazı (ya da en az bir) ahlaki yargıların, nesnel  olarak doğru (ya da yaklaşık olarak doğru) ya da yanlış (ya da çoğun -lukla yanlış) olduğunu iddia eden felsefi görüştür. Ahlaki önermelerin  nesnel (objektif) olduğu iddiası, onların doğruluk değerinin toplumun  ahlaki görüş ve teorilerinden bağımsız olduğu anlamına gelir. Ahlaki
realizm, bilimsel realizme, 4 matematiksel realizme 5 ve mantığa çok  benzer. Özellikle ahlaki realizm ile matematiksel realizm ve mantık  arasında çok büyük benzerlik vardır. Ahlaki realizmin savunucusuna  göre; nasıl ki bilimsel, matematiksel ve mantıksal önermelerin doğ -ruluk değeri toplumun inançları ve bizim teorilerimizden bağımsızsa,  aynı şekilde ahlaki önermelerin doğruluk değeri de toplumun inanç -ları ve bizim teorilerimizden bağımsızdır.


Ahlaki önermelerin doğruluğunun nasıl belirleneceği konusunda  ise ahlaki realistler arasında görüş ayrılığı vardır. Bana göre bu gö -rüşler içerisinde “sezgisel ahlaki realizm” denilen görüş en makul ola -nıdır. Bu görüşe göre ahlaki yargıların doğruluk değeri sezgilerimi -zin yardımı ile bilinir. Bu yaklaşım bazılarına ilk başta garip gelebilir,  ancak birçok matematiksel önermeyle, mantıksal önermenin doğru -luk değerinin de sezgiler aracılığı ile bilindiği hatırlanmalıdır. Mesela
“2+2=4” ile “Sonsuz sayıda çift sayı vardır” matematiksel önermele -rinin doğru olduğu sezgisel olarak kolayca belirlenebilir. 6 Aynı şekilde  birçok mantıksal önermenin de doğruluğu sezgiler yardımı ile belir -lenebilir, mesela “Bir şey hem A, hem de A-değil olamaz” mantıksal
yasasının doğru olduğu sezgiler aracılığı ile açıktır. Mesela “Bir kişi  hem evli hem de bekar olamaz” cümlesi ile “Bir çocuğu zevk için öl -dürmek ahlaki olarak kabul edilemez” cümlelerini karşılaştırırsak; iki  cümlenin de doğrudan sezgisel olarak doğruluğunu kavradığımızı fark
edeceksiniz. Her ne kadar bu görüş en makul görüş olsa bile, burada  savunduğum argümanın, sezgisel ahlaki realizmin doğru olmasını  gerektirmediğini belirtmeliyim. Ahlaki realizmin herhangi bir türü -nün doğru olması, burada savunduğum argüman açısından yeterlidir. Ahlaki önermelerin sezgisel olarak kavranabileceğini iddia etmek,  bu önermelerin gerçeklik değerinin her zaman apriori olarak (anında)  belirlenebileceği anlamına gelmez, tam tersine, ahlaki bir yargıda
bulunmak için kişinin, söz konusu eylemin sonuçlarını incelemesi  gerekmektedir. Bu incelemenin sonucu, araştırmayı yapan kişinin on -tolojik (varlığın doğasıyla ilgili) inançları ile yakından ilişkilidir. Do -layısı ile bizim ontolojik görüşlerimiz, ahlaki yargılarımızı ciddi bi -çimde etkiler. Örnek olarak kürtaj tartışmasını ele alalım, iki taraf da  “yaşama hakkı” ile “özgürlüğün” önemli haklar olduğunun farkında -dır. İki kampın asıl görüş ayrılığına düştüğü yer fetüsün hangi aşa -mada kişi olarak kabul edilmesi gerektiğidir. Ancak kişilik tartışması,  ahlaki bir tartışmadan ziyade ontolojik bir tartışmadır. Dolayısı ile on -tolojik inançlarımızın değişmesi, ahlak teorimiz aynı kalsa bile, bazı  ahlaki yargılarımızın değişmesine neden olabilir.  Diğer önemli bir nokta da birden  fazla ahlaki özelliğin olduğudur.  Bazı felsefeciler sadece tek bir ahlaki özelliğin, “İyi”nin var olduğunu
savunmuşlardır. Ancak bu görüş bence yanlıştır, birden fazla ahlaki  özellik vardır ve kimi zaman bu özellikler birbirleri ile çelişebilir. Bu çelişkiler de gerçek ahlaki anlaşmazlıklara yol açabilir. Birbiriyle çe -lişmesi mümkün ahlaki özelliklere örnek olarak “Adalet” ile “Merha -met” verilebilir. Bu konuyu itirazlar kısmında daha detaylı ele alacağım.
Kimi bilimsel önermeler yaklaşık olarak doğrudur. Mesela “Dünya
küre şeklindedir” önermesi yaklaşık olarak doğrudur. Aynı şekilde
bazı ahlaki önermeler de yaklaşık olarak doğru olabilir, bütün ahlaki
önermelerin mutlak doğru ya da yanlış olduğunu iddia etmek için hiç -bir geçerli neden yoktur. Mesela “Bir kişiyi öldürmeye çalışan birine
iki yıl hapis cezası vermek adildir” önermesi mutlak doğru ise, “Bir
kişiyi öldürmeye çalışan birine yirmi üç ay hapis cezası vermek adil -dir” önermesi yaklaşık olarak doğru olacaktır. Gözden kaçan önemli bir nokta, bazı bilimsel ve matematiksel so-ruların, doğruluk değeri olmayacak derecede muğlâk tanımlanmış ol -masıdır. Mesela “İki proton birbirini itecek mi” sorusu böyle muğlâk bir sorudur. Çünkü iki proton arasındaki mesafeyi bilmeden bu soruya
cevap vermemiz mümkün değildir, eğer protonlar atom çekirdeğindeki
gibi birbirine çok yakınlarsa birbirini çekecek, eğer birbirlerinden ye -teri kadar uzak iseler elektromanyetik kuvvetin etkisi ile birbirlerini  itecektir. Ayrıca iki protonu etkileyecek başka proton ya da kuvvet -lerin olup olmadığı da belirlenmelidir. Dolayısı ile yukarıdaki soruya
cevap vermek için ekstra bilgilere ihtiyacımız vardır. Benzer şekilde
bazı ahlaki sorular da cevabı olmayacak kadar muğlâk olabilir. Ör -neğin “Bir kişinin hayatını kurtarmak için başka birine işkence yap -mak ahlaki olarak kabul edilebilir mi” sorusu da açık bir cevaba sahip  olamayacak kadar muğlâktır. Bu soruya cevap vermek için bahsedi -len kişiyi kurtarmak için alternatif yöntemlerin olup olmadığı, işken -ceden ne kast edildiği gibi şeyleri bilmemiz lazımdır. Cevap verile -meyen birçok ahlaki soru üstüne dikkatlice düşünülürse, bu soruların  aslında cevaplanamayacak kadar muğlâk oldukları fark edilecektir.
Diğer dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, toplumun bizim ah-laki yargılarımızı etkileyebileceğidir; fakat toplumun, ahlaki önermele -rin doğruluk değerini etkilemesi, bundan tamamen farklıdır ve müm -kün değildir. Toplumların çeşitli adet ve gelenekleri vardır, kimi zaman
bu adetler ahlaki gerçeklikler gibi algılanabilir. Örnek olarak günümüz
toplumlarında kendisine uzatılan eli sıkma bir adettir. Bir kişinin, hij -yen konusundaki aşırı titizliğinden dolayı kendisine uzatılan eli sıkmayı
reddettiğini varsayalım. Şüphesiz bu davranış ne ahlaki ne de ahlaksız
bir harekettir. Bu kişinin, medeniliğin simgesi olan toplumsal bir âdeti
reddettiği için kaba olduğunu söyleyenler olabilir, ancak ahlaksız olduğu
söylenemez. Medenilik ya da geleneğe uymakla, ahlaklı olmak iki farklı
kavramdır, bunları birbirine karıştırmamak gerekir.
2.   Argümanın Formülasyonu
Argümanımızın birinci kısmında, Tanrı’nın var olmadığı bir evrende
tüm temel yasaların olgusal olduğu, ve Hume’un mantık yasası gere -ğince, olgusal önermelerden aksiyolojik önermeler çıkarsanamayacağı
için Tanrısız bir evrende nesnel aksiyolojik önermelerin var olamaya -cağını göstermeye çalışacağız. Daha sonra ise en az bir nesnel aksiyo -lojik önerme olmasından hareketle Tanrı’nın var olduğunu göstermeye
çalışacağız. Son olarak da aksiyolojik önermelerin kökeninin Tanrı’nın
sıfatları ve doğası olduğuna dikkat çekeceğiz. Bu iddiadan yukarıda
savunmayacağımı belirttiğim görüşlerin çıkmadığına dikkatinizi çek -mek isterim. Teistlerin kimileri doğrudan kimileri ise evrim yoluyla
Tanrı’nın gözümüzü tasarladığını iddia etmişlerdir. Elbette ki bu iddi -adan teistlerin, ateistlerden daha iyi gördüğü ya da ateistlerin kör ol -duğu çıkarılamaz. Aynı şekilde ahlaki algılarımızın Tanrı tarafından
verildiği, ahlakın kökeninin Tanrı’nın karakteri ve doğası olduğu iddi -alarından da, ateistlerin daha az ahlaklı ya da ahlaksız olduğu çıkarı -lamaz. Nitekim yukarıda belirttiğim gibi ateistler de teistler de doğru
ve yanlışı halk arasında “vicdan” denilen sezgileri ile kavrarlar. Bu
sezgiler hem teistlerde, hem de ateistlerde vardır. Bu argümanda id -dia edilen şey, eğer Tanrı yoksa; bu sezgilerin, hem teistlerde, hem de
ateistlerde nesnel olmadığıdır. Diğer taraftan eğer Tanrı varsa, hem te -istlerde, hem ateistlerde sezgilerimiz nesnel bilgi sağlarlar. Ahlaklı ol -makla, ahlaki önermeleri ontolojik olarak temellendirmek farklı şey-lerdir. Mesela bir kişinin, satranç kurallarını iyi bilip, iyi uyguladığını
varsayalım; dolayısıyla bu kişi iyi satranç oyuncusu sayılabilir. Ama
satranç kurallarını toplumun koyduğunu, nesnel olmadığını da bilmek -tedir. Satranç kuralları, matematiksel ya da fiziki yasalar gibi değildir.
İyi satranççı olmak, satrancın yasalarının nesnel olmasına inanmayı
gerektirmediği gibi, iyi ahlaklı olmak da ahlak yasalarının nesnel ol -duğuna inanmayı gerektirmez. Dolayısı ile Tanrı yoksa (yani ateizm
doğruysa), nesnel ahlaki ilkeler yoktur dediğimiz zaman, kesinlikle
ateistlerin ahlaksız olduğunu iddia etmiyoruz.Argümanımız tümdengelimsel 7 formatta şu şekilde yazılabilir:


1.     Nesnel aksiyolojik önermeler varsa bu önermeler ya temel yasa -lardır, ya da temel yasalardan çıkarsanabilirler. (Öncül: Üçüncü
halin imkânsızlığı mantık yasası)
2.     Eğer Tanrı yoksa temel yasalar doğa yasalarından ibarettir. (Ön -cül: Doğalcılık tezi)
3.     Bütün doğa yasaları olgusaldır. (Öncül)
4.     Olgusal önermelerden aksiyolojik önermeler çıkarsanamaz.
(Öncül: Hume yasası)
    Ara Sonuç: Dolayısı ile eğer Tanrı yoksa nesnel aksiyolojik
önermeler yoktur. (1,2,3,4’ten çıkan mantıksal sonuç)
5.     En az bir tane nesnel aksiyolojik önerme vardır. (Öncül, Ah -laki realizm)
Sonuç: Tanrı vardır. (Ara sonuç, 5)


Yukarıdaki argüman tümdengelimsel argüman olduğu için eğer
beş öncülü doğruysa sonuç kaçınılmaz bir şekilde doğrudur. Peki, ön -cüller doğru mudur? Teker teker inceleyelim:
Birinci öncül, mantığın en temel ilkelerinden üçüncü halin imkânsızlığı
ilkesi gereği tartışılmaz bir şekilde doğrudur. Zira nesnel aksiyolojik
önermeler varsa, bu önermeler ya temel yasalardan çıkarsanabilirler
ya da çıkarsanamazlar. Eğer çıkarsanamazlarsa, o zaman tanım gereği
bu önermeler temel yasalardır. Üçüncü bir durum mümkün değildir.
İkinci öncül, bugün hemen hemen tüm ateistlerin (natüralistler
veya materyalistler de denebilir) kabul ettiği doğalcılık tezidir. Bu teze
göre yaşadığımız fiziksel evren ya da benzeri fiziksel evrenler dışında
başka ontolojik varlıklar yoktur. Diğer bir deyişle sadece doğa yasaları
ve bu yasalardan etkilenen maddi varlıklar vardır. Dolayısıyla, zaman
ve mekân dışındaki yasa veya varlıklardan bahsetmemiz mümkün
değildir. Sonuç olarak doğalcılara göre Tanrı yoktur. Doğalcılık doğ -ruysa, yani diğer bir deyişle Tanrı yoksa, o zaman yaşadığımız ev -rendeki tüm temel yasalar doğa yasaları olacaktır. Dolayısıyla ikinci
öncül de doğrudur. (Çok ender de olsa bazı ateistler doğalcılık tezini
reddedebilirler. Bu konuya, itirazlar bölümünün Platonist Ateizm kıs -mında göz atılacaktır.)
Üçüncü öncül de tartışılmaz doğru gibi gözükmektedir. Doğa ya-saları yapı gereği olgusaldır, evrendeki maddi varlıkların davranışını
ve aralarındaki etkileşimleri betimlerler. Ne fizikte, ne kimyada, ne
de biyolojide aksiyolojik bir yasa bulamazsınız. Fizik yasaları evrenin
nasıl “olduğunu” açıklar, nasıl “olması gerektiğini” açıklamaz. Bu ön -cülü reddedecek kişinin, aksiyolojik bir doğa yasası göstermesi gere -kirdi; bu ise mümkün değildir.
3.   Dördüncü Öncül Ve Hume Yasası
Dördüncü öncül, ilk olarak ünlü felsefeci David Hume tarafından
ileri sürüldüğü için,
8
 onun adıyla anılan tümdengelimsel mantığın te -mel yasalarından biridir. Bu yasaya göre sadece olgusal önermelerden
oluşan öncüllerden aksiyolojik bir önerme çıkarsamak mümkün değil -dir. Bu yasayı anlamak için işe tümevarımsal mantık hakkındaki bil -gilerimizi tazelemekle başlayalım.
Bütün insanların ölümlü olduğu iddiasının doğru olduğunu var-sayalım. Sokrates’in de insan olduğu biliniyor olsun. Bu iki bilgi ışı -ğında Sokrates için ne söylenebilir? Tabi ki Sokrates’in ölümlü olduğu
söylenebilir. Eğer Sokrates insansa ve bütün insanlar ölümlüyse, Sok -rates ölümlü olmak zorundadır. İlk iki iddiayı kabul edip mantıksal
çelişkiye düşmeden üçüncü iddiayı reddetmek mümkün değildir. Bu
argüman şu şekilde özetlenebilir:
1.   Bütün insanlar ölümlüdür.
2.   Sokrates insandır.
Sonuç: Sokrates ölümlüdür.
Yukarıda verdiğimiz örnek, geçerli bir tümdengelimsel argüman-dır. İlk iki iddia argümanın öncülleri, sonuç ise onlardan çıkan man -tıksal sonuçtur. Bütün öncüllerin doğru olduğunu varsaydığımızda, so -nucun yanlış olduğunu varsaymak mantıksal çelişkiye
9
 yol açıyorsa, o zaman verilen argüman, geçerli tümdengelimsel bir argümandır. Ana -litik felsefecilerin en temel amaçlarından birisi, doğru öncüllere da -yanan tümdengelimsel argümanlar inşa etmektir. Eğer muhataplarına
öncülleri kabul ettirmeyi başarırlarsa, ulaşmak istedikleri sonucu da
kabul ettirmiş olacaklardır. Sonucu reddetmek isteyen biri, öncüller -den birinin yanlış olduğunu, ya da en azından yanlış olma ihtimalinin
doğru olma ihtimalinden fazla olduğunu göstermelidir. Bu makalede
geliştirmeye çalıştığımız argüman da tümdengelimsel argümanlara
bir örnektir.  Tümdengelimsel argümanlarda dikkat edilmesi gereken husus, so-nucun zaten öncüllerde gizli olduğudur. Sonuç öncüllerde ima edilmek  zorundadır. Sokrates’in ölümlü olduğu önermesi zaten verilen iki ön -cülde üstü kapalı şekilde mevcuttur. Dolayısı ile argümanla verdiğiniz
öncüllerde, olmayan bir bilgi sonuçta beliremez. Siz öncülleri bir bil -gisayara da verseniz, bilgisayar sonucu kolayca çıkaracaktır. Şimdi bu  bilgi ışığında dördüncü öncülümüze dönelim. Eğer bir argümandaki  bütün öncüller olgusalsa, o zaman sonuç olgusal olmak zorundadır,  yani diğer bir deyişle aksiyolojik olamaz. “Dir-cümleli” öncüllerden  oluşan bir argümandan, “meli-cümleli” bir sonuç çıkarmak mümkün  değildir. Çünkü yukarıda dediğimiz gibi sonuç, zaten öncüllerde üstü
kapalı olarak mevcut olmak zorundadır. Eğer hiçbir öncülde aksiyolo -jik bir iddia yoksa, sonuçta da hiçbir şekilde aksiyolojik bir iddia ola -maz. Örnek bir argümana göz atalım,

1.   Ferhat Tayfun’u öldürdü.
2.   Tayfun’u öldürmek Tayfun’a ve yakınlarına zararlıdır.
3.   Tayfun kimseye zarar vermemişti.

Sonuç: Ferhat Tayfun’u öldürmemeliydi.

Yukarıdaki argümanda, tüm öncüller olgusal önermeyken, sonuç aksiyolojik önermedir. Argümanın sonucu doğru olsa da argüman ge -çerli bir tümdengelimsel argüman değildir. Zira dört öncülü kabul edip, sonucu reddetmek mantıken mümkündür. Sonucu reddeden kişiyi vic -dansızlıkla suçlayabilirsiniz, ama mantık bilmemekle suçlayamazsınız.  Nitekim vicdan sahibi olmayan bir bilgisayara yukarıdaki dört öncülü  verdiğimizi düşünelim. Bu durumda bilgisayar hiçbir şekilde verilen  sonucu yukarıdaki dört öncülden çıkarsayamaz, bu da yukarıdaki ar -gümanın geçerli bir tümdengelimsel argüman olmadığını gösterecek -tir. Yukarıdaki argümanı geçerli yapmak istiyorsak, mutlaka aksiyolo -jik bir önermeyi öncül olarak almamız gerekmektedir. Örnek olarak,
yukarıdaki argüman şu şekilde geliştirilebilir:

1.   İnsanları geçerli bir neden olmadan öldürmemeliyiz.
2.   Tayfun insandır.
Sonuç: Tayfun’u geçerli bir neden olmadan öldürmemeliyiz.
Yukarıdaki iki öncülü kabul edip, mantıksal çelişkiye düşmeden
sonucu reddetmemiz mümkün değildir. Demek ki yukarıdaki argü -man başarılı bir tümdengelimsel argümandır. İlk öncülün de sonuç gibi aksiyolojik bir önerme olduğuna dikkatinizi çekerim. Bu analizden çıkarmamız gereken sonuç, eğer elimizde sadece ol-gusal öncüllerden oluşan bir argüman varsa, sonucun da olgusal bir  önerme olması gerektiğidir. Eğer biri, olgusal önermelerden aksiyo -lojik bir önermeyi mantık yasalarını kullanarak çıkardığını iddia edi -yorsa; ya çıkarımda bir hata yapmıştır, ya da önermelerinden biri ilk  bakışta olgusal görünen aksiyolojik bir önermedir. Bu analiz ışığında  dördüncü öncülün de doğru olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Argümanımıza dönersek, ilk dört öncül doğruysa ara sonuç tüm-dengelimsel mantık gereği kaçınılmaz bir biçimde doğrudur. Ara so -nucu reddeden birinin, ilk dört önermeden birini reddetmesi gerek -mektedir. Birinci öncül gereği eğer nesnel aksiyolojik önermeler varsa;
bunlar ya temel yasadır, ya da temel yasalardan çıkarsanabilir olmalı -dır. Doğalcılıkta tüm temel yasalar, doğa yasaları olacağı için ve tüm  doğa yasaları olgusal önermeler oldukları için, temel aksiyolojik ya -salar var olamaz. Dolayısı ile Tanrı yoksa temel aksiyolojik önerme
olamaz. Ancak dördüncü öncülde bahsettiğimiz Hume yasası gereği,
olgusal yasalardan aksiyolojik önermeler çıkarsamak mümkün değil -dir. Bütün temel yasalar olgusalsa, onlardan çıkarsayabileceğimiz tüm  önermeler de olgusal olacaktır. Dolayısı ile Tanrı yoksa hiçbir nesnel  aksiyolojik önerme olmayacaktır.  Ara sonuçta ifade edilen hususa, birçok önemli ateist felsefeci de  dikkat çekmiştir. Ünlü ateist felsefeci John Mackie, doğalcılıkta nes -nel ahlaki önermeler olamayacağını göstermiş; doğalcılığın da doğru  olduğu varsayımı ile ahlaki realizmi reddetmiştir. 10 Modern zamanla -rın ünlü ateistleri Jean Paul Sartre, Friedrich Nietzsche, Bertrand Rus -sell, Richard Dawkins, Michael Ruse de Tanrısız bir evrende nesnel  ahlaki önermeler olamayacağını, yani burada ileri sürdüğüm ara so -nucu savunmuşlardır.  Sartre’a göre Tanrı olmadığı için insanın hiçbir içsel değeri yoktur.  Ahlak dâhil tüm değerleri insan kendisi yaratır.
11 Ünlü alman filozofu  Nietzsche, Tanrı’yı öldürmenin ahlakı öldürmekle aynı anlama geldi-ğini düşünüyordu: Ahlakın, “sadece Tanrı gerçekse gerçekliği vardır-  o Tanrı’ya inanıp inanmamakla ayakta kalır ya da yıkılır.” 12 Tanrı’nın  var olmadığı kanaatinde olan Russell da nesnel ahlaki önermelerin var  olmadığını düşünüyordu. Ona göre ahlak, toplumun birey üstündeki
baskısından doğuyordu. 13Dawkins de evrende nesnel anlamda iyi ve  kötü olmadığı görüşündedir: Gözlediğimiz evren, temelinde, tasarım olmayan, amaç olmayan, iyi ve  kötü olmayan, kör acımasız bir umursamazlık dışında hiçbir şey olmayan  bir evrenden beklediğimiz tüm özelliklere sahiptir.”
14
 Bunda şaşılacak bir şey yoktur aslında. Doğalcı bakış açısında in-san, sıradan bir hayvandır. Tamamen kör tesadüflerin sonucunda oluş -muştur. Ontolojik anlamda baktığımızda, uyum içinde çalışan atom topluluklarından başka bir şey değildir. Dolayısı ile doğalcı bir bakış açısında, zaten nesnel ahlaki önermeler olduğunu iddia etmek, bence  mümkün değildir. Nitekim yukarıda bahsedildiği gibi, günümüz do-ğalcılarının önemli bir kısmı, nesnel ahlaki önermeleri reddetmektedir.
Bu görüş ahlaki görecelik olarak tanımlanabilir. Peki, ahlaki görece-lik doğru mudur, diğer bir deyişle ahlaki realizm yanlış mıdır? Önce ahlaki realizm lehinde argümanları inceleyip 5. öncülü savunacağım.  Daha sonra ahlaki realizm aleyhindeki argümanlara göz atacağım.
4. Beşinci Öncül Ve Ahlaki Realizm Lehindeki Argümanlar Bir tane bile nesnel aksiyolojik önerme varsa, o zaman beşinci ön-cül doğrudur. Her insanın inandığı en az bir tane temel ahlaki ilke var -dır. Mesela “Çocuğa tecavüz etmek kötüdür” ilkesinin, nesnel olarak  doğru olduğuna inanıyorsanız, o zaman size göre beşinci öncül doğ -rudur. Ya da “Kendimize yapılmasını istemediğimizi başkasına yap -mamalıyız” ilkesinin, nesnel bir ilke olduğuna inanıyorsanız, o zaman  size göre en az bir tane nesnel aksiyolojik önerme vardır.  Hatta ahlaki realizm tamamen yanlış olsa bile, eğer nesnel estetik
önermeler varsa, o zaman da beşinci öncül doğru olur. Yukarıda de -ğinildiği gibi aksiyolojik önermeler estetik önermeleri de kapsar. Me -sela Mozart’ın yaptığı müziğin nesnel olarak bir eşeğin anırmasından  daha estetik olduğuna, ya da Dostoyevski’nin yazdığı romanların sı -radan bir dilekçeden estetik açıdan daha değerli olduğuna inanıyorsa -nız, size göre de beşinci öncül doğrudur.
Aslında aksiyolojik önermeler şeklinde ifade edilebilecek o kadar  çok temel inancımız vardır ki, nesnel aksiyolojik önermeler lehinde  argümana gerek duymadan bile, aksi yönde kanıt gösterilene kadar  nesnel aksiyolojik önermelerin var olduğuna rasyonel olarak inanabi -liriz. Ancak bana göre, nesnel ahlaki önermeler olduğuna dair, felsefi açıdan ikna edici en az üç tane argüman verilebilir. Şimdi bu üç ar -gümana göz atıp beşinci öncülü savunacağım. 4.   1. Felsefenin Alt Dalı Olarak Ahlak Ve Felsefenin Doğası Ahlak felsefenin alt dallarından biridir, bunu neredeyse bütün fel-sefeciler kabul eder. Bu bilgi ilk başta önemsiz bir bilgi gibi gelebilir,  ancak ahlakın doğası hakkında bize çok şey söylemektedir. Ahlak, fel -sefenin bir alt dalıysa onun temel özelliklerini taşıyor demektir. Felse -fenin en temel özelliklerinden biri de nesnel doğrular üretme çabasıdır.
Buradan hareketle ahlaki realizm lehinde şöyle tümdengelimsel bir ar-güman geliştirilebilir:

1.     Ahlak, felsefenin alt dalıdır.
2.     Alt dallar, bağlı oldukları ana disiplinin tüm temel özellikle -rini taşırlar.
3.     Felsefenin temel özelliklerinden biri, nesnel doğru ya da yan -lış önermeler üretebilmesidir.
Sonuç: Ahlak, nesnel doğru ya da yanlış önermeler üretebilir, do-layısı ile nesnel ahlaki önermeler vardır.

15 Yukarıda verdiğim argüman, tümdengelimsel bir argüman olduğu
için öncüller doğruysa sonuç kaçınılmaz bir biçimde doğrudur. Teker
teker öncüllere göz atalım. Birinci öncül doğru gözükmektedir, antik
çağlardan beri neredeyse tüm filozoflar ahlakı felsefenin bir alt dalı
olarak görmüşlerdir. Bugün de ahlak felsefenin dört temel dalından
biri olarak görülmektedir. Bütün büyük felsefeciler ahlakla da uğraş -mışlardır. Aksi yönde ciddi nedenler verilmediği sürece, birinci öncül doğru gözükmektedir. İkinci öncül de tartışılmayacak kadar doğru gö -zükmektedir. Zira zaten bir disiplinin diğer bir disiplinin alt dalı olması
için, ana disiplinle ortak bir takım özellikleri paylaşması gerekmek -tedir. İşte zaten bu temel özellikler, ortak olarak paylaşılan özellikler -dir. Mesela fizik de, biyoloji de, kimya da doğa bilimlerinin alt dalıdır.  Doğa bilimlerinin deneysel metotları kullanma, evrenle ilgili gerçek
önermeler üretmeye çalışmak gibi temel özelliklerin hepsini hem fi -zik, hem biyoloji, hem de kimyada bulmak mümkündür.  Üçüncü öncül de doğru gözükmektedir, zira üçüncü öncülü red-deden biri bile, nesnel olarak doğru bir felsefi önerme olduğunu id -dia edecektir. Çünkü “üçüncü öncül yanlıştır” iddiasının kendisi de  felsefi bir önermedir. Dolayısı ile üçüncü öncülü reddetmek teşebbüs -leri, kendini çürütmekle son bulacaktır; bu ise bu öncülün doğru ol -duğu anlamını taşımaktadır.
İyi ama, üç öncül doğruysa, o zaman kaçınılmaz bir biçimde ana
argümandaki beşinci öncül de doğrudur. Sonuçta, en az bir tane nes -nel ahlaki önerme, yani aksiyolojik önerme vardır.

4.   2. Vazgeçilmezlik Argümanı

Elektronları beş duyularımızla göremememize rağmen onların var  olduklarına inanıyoruz, neden? Çünkü elektronlar, evrendeki çeşitli  gözlemleri açıklamamızda bize yardımcı olurlar. Mesela hızlandırıcı -larda, sis odalarında oluşan çeşitli izler, oradan elektronun geçmesi ile  açıklanabilir. Görmesek de bu açıklamanın kendisi elektronun nesnel  olarak var olduğuna, onunla ilgili doğru önermeler kurulabileceğine  dair bize bir delil sunar. Aynı şekilde ahlaki özellikleri de beş duyu -muzla -elektron örneğindeki gibi- hissedemezsek bile, çeşitli gözlem-lerimizi açıklamada bize yardımcı oldukları için onların nesnel olarak  var oldukları savunulmaktadır. Böyle nesnel özellikler varsa, onlarla  ilgili elbette nesnel önermeler olacaktır. Argüman tümdengelimsel for -matta yazılırsa, şöyle olacaktır:

1.     Gözlemlerimizi en iyi şekilde açıklayan açıklamaların parçası
olan önermelerin, nesnel olarak doğru olduğuna inanmakta ras -yonel olarak haklıyız.
2.     Ahlaki bazı önermeler, bazı gözlemlerimizi en iyi şekilde açık -layan açıklamaların parçasıdır.
Sonuç: Bazı ahlaki önermelerin nesnel olarak doğru olduğuna inan-makta rasyonel olarak haklıyız.

Bilimi ve bilimsel önermeleri ciddiye alan bir kişi, birinci öncülün
doğru olduğunu iddia etmek durumundadır. Yukarıda verilen elekt -ronun varlığı örneği gibi, çoğu bilimsel önermenin doğru olduğuna  inanmamızın en büyük sebebi bu önermelerin çeşitli gözlemleri en  iyi şekilde açıklayan açıklamaların bir parçası olmasıdır. Başka bir  örnek daha vermek gerekirse, çoğu bilim adamı evrenin “büyük bir  patlama” ile ortaya çıktığını düşünüyor ve bunun nesnel bir gerçeklik  olduğuna inanıyorlar. Elbette ki bu patlamayı, görmemiz ya da her -hangi bir şekilde beş duyumuzla sezmemiz mümkün değildir. Ancak  bu patlamanın gerçekleştiğini varsayan Büyük Patlama Teorisi, evre -nin genişlemesi, evrenin her tarafında 3 Kelvin civarında bir ışınım
olması, evrenin çoğunluğunun hidrojen olması gibi birçok farklı göz -lemi en başarılı şekilde açıklamaktadır. Bu patlama (evrenin başlangı -cında, bir tekillikten tüm evrenin oluşması, bu mecazi ifadeyle kaste -dilmektedir) da bu açıklamanın bir parçası olduğu için, nesnel olarak
böyle bir patlama gerçekleştiğine inanıyoruz. Birinci öncülü reddeder -sek, o zaman, çoğu bilimsel teori ve objeyi yok saymamız gerekecek -tir. Ancak birinci öncülü, sadece bilimde değil, günlük hayatımızda  da kullanmaktayız. Hatta birinci öncülü reddedersek beş duyumuza  bile güvenemeyiz. Mesela siz şu anda beş duyudan gelen bilgi çerçe -vesinde elinizde bu kitabı tuttuğunuza, bu kitabın nesnel olarak var  olduğuna inanıyorsunuz. İyi ama beş duyunuzun sizi kandırmadığını,  o kitabın gerçekten orada olduğunu nereden biliyorsunuz? Kitabın gerçekten orada olduğuna inanıyorsunuz çünkü duyu organlarınızın  size bu bilgileri vermesinin en iyi açıklaması orada gerçekten bir ki -tap olduğudur. Peki, ikinci öncül doğru mudur? Tarihteki birçok olayın açıklama-sında, ahlaki özellik ve prensiplere atıflar bulmak mümkündür. Me -sela 18. ve 19. yüzyılda, Kuzey Amerika’da kölelik karşıtı ciddi hare -ketler ortaya çıktı. Neden bu hareketler tam da burada ve bu zamanda  ortaya çıktı? Ünlü felsefeci Sturgeon’a göre, tam da o zamanda ve o  yerlerde kölelik daha önce olduğundan çok daha kötüydü. 16  Kölelik karşıtı hareketlerin tam bu zamanda ve mekânda oluşmasının nedeni
işte buydu. Ancak bu açıklama, ahlaki bir değer olan “kötülüğe” atıf
yapmaktadır. Mesela Hitler’in neden dünya savaşı çıkarıp, milyonlarca
insanı öldürmeyi göze aldığı sorgulanabilir. Bazı tarihçilere göre bu
durumun açıklaması Hitler’in “kötü” ahlaklı bir karaktere sahip ol -masıdır. Ya da Gandi, Martin Luther King gibi halk kahramanları-nın neden lideri olduğu grupların düşmanları arasında bile sevildiği
sorulabilir? Bu durum da bu liderlerin “adalet” için verdikleri savaşa
atıf yaparak açıklanabilir. Tarihsel olayları irdeleyip, tarihle ilgili ol -guları açıklamaya çalışırsanız, çoğu zaman ahlaki ilkelere atıf yap -tığınızı göreceksiniz. Peki, bu atıfların söz konusu olayları açıkladı -ğından nasıl emin olabiliriz? Bir önermenin açıklamanın bir parçası
olması için, o önerme reddedildiği zaman açıklanan olgunun oluşma -ması gerekir. Mesela elektronlar olmasaydı, sis odalarındaki elektron
izleri oluşmazdı. Buradan elektronun, o izlerin açıklamasının bir par -çası olması gerektiğini görürüz. Büyük Patlama gerçekleşmeseydi,
evrenin her tarafından bu patlamadan arta kalan 3 Kelvin’lik ışıma
olmazdı. Aynı şekilde “Hitler kötü karakterli biri olmasaydı, birçok
masum insanı öldürtmezdi” önermesinin doğru gözükmesi, Hitler’in
“kötü” karakterinin, bu insan ölümlerinin açıklamasının bir parçası
olduğunu gösterir. Benzer bir analiz yukarıdaki tüm örnekler üstünde
uygulanabilir; 19. Yüzyılda ABD’deki kölelik o kadar kötü olmasaydı,
bu kadar çok köle karşıtı hareket oluşmazdı, vs.
Buraya kadar anlatılanlardan çıkan sonuca göre bu başlık altında
ele alınan ilk iki öncül doğru gözükmektedir. İlk iki öncül doğruysa,
o zaman bazı ahlaki önermeler nesnel olarak doğrudur. Diğer deyişle
en az bir tane nesnel doğru aksiyolojik önerme vardır; dolayısı ile ana
argümanımızın 5. öncülü de doğrudur.

4. 3. Sezgiler Argümanı

Yukarıda ahlaki yargıların doğruluk değerini belirlemekte sezgi-lerimizin öneminden bahsetmiştim. Sezgiler aslında nesnel bazı ah -laki önermelerin var olduğu iddiası lehinde önemli bir kanıt teşkil
eder. Zira sezgilere ve sağduyuya güvenmeyen insanlar bile, aslında
farkında olmadan en temel ontolojik inançlarını sezgileriyle temellen -dirmektedirler. Mesela birisinin, dıştan çeşitli elektrik sinyalleri ile
uyarılan, kavanoz içindeki bir beyin olduğumuz iddiasında bulundu -ğunu varsayalım. buna göre duyduğumuz sesler, görüntüler, bedeni -mizin var olduğu hissi, beynimize bu sinyaller aracılığı ile veriliyor
olabilir. Böyle bir senaryonun yanlış olduğuna bir kanıt gösteremesek
de, bize çok sağlam kanıtlar sunulmadığı sürece bu senaryoyu ka-bul etmeyiz. Bunun sebebi, söz konusu iddianın sezgilerimizle çeliş -mesidir. Bu hem bilimde, hem felsefede, hem de günlük hayatta kul-landığımız genel bir prensiptir, temel sezgilerimizle çelişen iddiaları
kabul etmemiz için, söz konusu iddia lehinde ciddi kanıtların olması
gerekmektedir. İddia lehinde hiç kanıt yoksa, o zaman temel sezgile -rimizi kanıt sayıp, söz konusu iddiayı reddederiz. Dış dünyanın var
olduğu, bilimin verilerinin şans eseri değil de evren böyle olduğu için
geçerli olduğu, bedensiz bir beyin olmadığımız gibi çok temel onto -lojik inançlarımızın temeli sezgilerimiz ve sağduyudur. Ancak sez -gilerimiz, bu tarz olgusal önermelerin yanında; “Zevk için bebek öl -dürmek yanlıştır” gibi aksiyolojik önermelerin de nesnel olarak doğru
olduğuna işaret etmektedir. Buradan hareketle ahlaki realizm lehinde
şöyle bir argüman geliştirilebilir:
1.     Aksi yönde bir kanıt olmadığı sürece, sezgisel olarak açık olan
önermelerin nesnel olarak doğru olduğuna inanmakta rasyonel
olarak haklıyız.
2.     Bazı ahlaki yargılar, sezgisel olarak açık önermedirler.
Sonuç: Aksi yönde bir kanıt olmadığı sürece, bazı ahlaki yargıla-rın nesnel olarak doğru olduğuna inanmakta rasyonel olarak haklıyız.

Birinci öncül, yukarıda da bahsettiğim akıl yürütme gereği doğ-rudur. Aritmetiğin dayandığı Peano aksiyomlarının doğruluğu, kava -noz içinde elektrik sinyalleri ile uyarılan bir beyin olmadığımız, ay -rıca bilimin, matematiğin ve günlük yaşamamızın temel ontolojik
birçok varsayımı, ancak birinci öncülün doğru olduğuna dair varsa -yım ile savunulabilir.
İkinci öncül de açık bir biçimde doğru gözükmektedir. Bazı ah-laki yargıların sezgisel olarak apaçık doğru gibi algılandığı inkâr edi -lemez bir durumdur. Özellikle bize haksızlık yapıldığında, sezgileri -miz bu duruma tepki gösterir. Biri ister ahlakın nesnelliğine inansın, ister inanmasın, ahlaksız bir hareketle karşılaştığında isyan etmekte -dir. Bu da göstermektedir ki, görece ahlakı savunan bir kişinin ken -disi bile pratikte buna inanmamaktadır. Çünkü görece ahlaka inanan birini karısı aldattığında, ya da parası çalındığında, bu durumlara yan -lış gözüyle bakar ve isyan eder. Bu isyanın kökeninde, sezgilerimizin bize açık bir biçimde haksızlığa uğradığımızı söylemesi yatmaktadır. Mesela ilginç bir örnek verelim: Ünlü felsefeci Luois Pojman bir sı-navda kağıtları çok iyi olmasına rağmen, görece ahlakı savunan bü -tün öğrencilerini, o dersten sınıfta bırakmış. Bunun üstüne öğrenciler “adaletsizlik” iddiasıyla itiraz etmişler. Hiç kimse notunu kabul etmek istememiş. Pojman’ın ise itirazlara cevabı basitmiş; “Kağıtlarınızı okur -ken sizin bakış açınızdan baktım olaylara (görece ahlak gözüyle), ve benim, sizinkine uygun ahlaki görüşüme göre, bu adaletsizlik değil -dir”. Adaletten bahsetmek için nesnel bir temele ihtiyaç vardır. Doğal
olarak öğrenciler, kendi savundukları ahlaki sistemle çelişmişler. On -ları, daha önceki ifade ettikleri görüşlerine rağmen, bu itirazları yap -maya sevk eden şey elbette ki sezgileridir.
İlk iki öncül doğru olduğuna göre, aksi yönde kanıt verilene ka-dar, sezgilerimize dayanarak bazı nesnel ahlaki önermeler olduğunu rahatlıkla savunabiliriz. Peki, aksi yönde kanıt var mıdır? Şimdi de
buna göz atalım:



 İtirazlar


Eğer yukarıdaki beş öncül doğruysa o zaman Tanrı kaçınılmaz
bir biçimde vardır. Ateistlerin argümanı reddetmek için iki seçeneği
vardır. Birincisi, nesnel ahlaki önermeler olmadığını iddia edip, ah -laki göreceliği savunarak 5. öncülü reddetmek. İkincisi ise doğalcılığı
reddedip, aksiyolojik temel yasaların var olabileceği ateistik bir sistem
önererek 2. öncülü reddetmek. Şimdi iki yaklaşıma sırayla göz ata -lım: Nesnel ahlaki önermeler olmadığını düşünmemiz için güçlü bir
argüman var mıdır?

5.1  . Beşinci Öncüle İtirazlar
5.1.1. Anlaşmazlık Argümanı

Ahlaki realizme yapılan en yaygın ve güçlü itiraz, kültürler ve in-sanlar arası ahlaki anlaşmazlıklara dayanmaktadır. 17Bu itiraza göre  kültürler ve insanlar belirli ahlaki konularda anlaşamamaktadırlar.
En basitinden kürtajın ahlaka uygun olup olmadığı açık bir konu de -ğildir. Aynı şekilde ahlakla ilgili bazı görüşler zamanla değişmiştir.
Geçmişte, mesela insan kurban etmeyi ahlaka aykırı bir durum ola-rak kabul etmeyen kültürler olmuştur, ama bugün bu, kabul edilemez  bir pratiktir. İtiraz edenler, kültürler arası derin farklılıklarla ilgili bu  gözlemlere dayanarak, bu anlaşmazlıkların, ahlakın göreceli olduğunu
gösterdiğini iddia etmektedirler. Her şeyden önce dikkat etmemiz gereken ilk nokta; kültürler arası
bu tip anlaşmazlıkların, bizi göreceliğe götürmek zorunda olmadığı -dır. Bir konuda görüş ayrılığının olması, o konuda nesnel bir gerçe -ğin olmadığı anlamına gelmez. Anlaşmazlıklar, hem matematikte,
hem bilimde, hatta mantıkta bile açığa çıkar. Mesela iki kişi dünya -nın şekli konusunda anlaşamayabilirler. Biri yuvarlak, diğeri de düz
olduğunu iddia edebilir. Ancak bu tartışma dünyanın şeklinin olma -dığını göstermez. Aynı şekilde ahlaki konulardaki tartışmalar da tar -tıştıkları konuda nesnel bir gerçek olmadığını göstermez. Mesela bir pedofille 18  çocuk tecavüzünün doğru olup olmadığını tartışabilirsi-niz, ama bu durum, çocuk tecavüzü tartışmasında bir haklı taraf ol -mayacağı anlamına gelmez. Görüş ayrılığı olması nesnel ahlak olma-dığını göstermez.
Bu noktada anlaşmazlık argümanının savunucusu, bilimdeki an-laşmazlıklar ile ahlaktaki anlaşmazlıklar arasında bazı temel farklar
olduğunu iddia edecektir. Bilim ve matematikteki anlaşmazlıkların bil -gimiz arttıkça çözülebilir olmalarına karşın, ahlaktaki bazı tartışmalar
ne kadar araştırma yaparsak yapalım çözülmezmiş gibi gözükmekte -dir. Bu yeni itiraza bilim, matematik ve mantıkta çözülemez gibi gö -züken anlaşmazlıklara dikkat çekilerek cevap verilebilir. Fizikteki ha -reket göreceli midir yoksa mutlak mıdır, diğer bir deyişle mutlak bir
boş uzay var mıdır, 19 kuantum mekaniğinin doğru yorumu hangisidir,  gibi birçok temel sorunun çözümü üzerinde de anlaşma yoktur. Bu  soruların bir gün, tartışmaları ortadan kaldıracak şekilde cevap bula -cağını düşünmememiz için herhangi bir neden yoktur. Bu soruların  cevabını deneysel bir testle sınamak çok zor gözükmektedir. Ancak
bu sorulara cevap veremememiz, bu soruların cevabı olmadığı anla -mına gelmez. Elbette ki hareket ya mutlak ya da görecedir. Matema-tik ilk bakışta anlaşmazlıklara yer olmayan bir disiplin gibi gözükse  de, aslında matematikte birçok çözülmesi çok zor ikilem mevcuttur.
Matematikte bu tarz anlaşmazlıklara, “Süreklilik Hipotezi”
20gibi “karar verilemez önermeler” örnek olarak
verilebilir. Benzer şekilde mantık içinde de çözümsüz tartışmalara
rastlamak mümkündür; mesela Hegel ya da tutarlılık ötesi mantığın
savunucuları mantığın çelişmezlik ilkesini reddetmişlerdir. Çelişmez -lik ilkesinin doğruluğu konusundaki tartışma, bu ilkeyi sezgilerle te -mellendirme reddedildiğinde çözümsüz gibi görünmektedir. Sonuç
olarak bu örneklerin de gösterdiği gibi, ahlaktaki anlaşmazlıklar ile
doğal sayıların sayısı, tüm doğal sayıların sayısına eşittir, ikisinin de sayısıℵ
arasında bir sonsuz var mıdır? Diğer
bir deyişle doğal sayılar kümesinden çok, reel sayılar kümesinden az eleman içeren
bir küme var mıdır? George Cantor’a göre böyle bir küme bulmak mümkün değildir.
İşte George Cantor’un  bu iddiasına “Süreklilik Hipotezi” denilmektedir.  1940 yılında
Gödel soruya vereceğimiz negatif cevabın kümeler teorisi ile tutarlı olduğunu, 1964
yılında ise Paul Cohen soruya vereceğimiz pozitif cevabın da kümeler teorisiyle tu -tarlı olduğunu ispatladı. Diğer bir deyişle Zermelo-Fraenkel Kümeler teorisinde bu
soruya cevap vermek mümkün değildir. Hipotezin yanlış olduğu da, doğru olduğu da
ispatlanamaz. Söz konusu hipotezin doğru olup olmadığı matematikçiler ve felsefeci -ler arasında hâlâ tartışma konusudur. Gödel gibi büyük matematikçiler hipotezi red -dederken, Cantor gibi diğer bir dev matematikçi savunmuştur. Bu sorun, matematikte
ortaya çıkan çözülmesi çok zor sorunlara güzel bir örnektir.
21   “Seçim Aksiyomu” standart küme teorilerinden birinin temel aksiyomlarından biri -dir. Tychonoff Teoremi gibi çok önemli matematiksel teoriler bu aksiyomun yardımı
ile ispatlanmıştır. Ancak bu aksiyomun doğruluğu da matematikçiler arasında hâlâ
tartışma konusudur. Bu aksiyoma göre eğer elimizde boş olmayan sonlu ya da son -suz kümeler topluluğu varsa, her bir kümeden birer eleman seçebiliriz. İlk bakışta bu
apaçık bir gerçek gibi gözükebilir ama bu aksiyomu kabul ettiğimiz zaman çok garip
sonuçlarla karşılaşırız. Mesela bu aksiyomu doğru kabul edersek, üç boyutlu uzaydaki
bir küreyi sonlu sayıda parçalara bölüp, bu parçaları başka şekilde birleştirip ilk küreye
eşit büyüklükte iki küre elde edebileceğimizi ispatlayabiliriz. Hatta aynı prosesi de -vam ettirip, bir küreden sonsuz tane eşit büyüklükte küre elde etmemiz bile mümkün
görünmektedir. Bu matematikte Banaç-Tarski paradoksu olarak bilinir. Bu paradoks
kimi matematikçileri “Seçim Aksiyomu”nun yanlış olduğu konusunda ikna etse de,
başka matematikçiler, aksiyomu, çok önemli teoremlerin ispatında kullanıldığı ger -ekçesi ve matematikte bazı garip sonuçların çıkabileceği gerekçesi ile doğru kabul et -mektedirler. Seçim Aksiyomu’nun da doğru olup olmadığına, Süreklilik Hipotezi gibi
Zermelo-Fraenkel Kümeler teorisinde cevap vermek mümkün değildir. diğer disiplinler arasındaki anlaşmazlıklar arasında temel farklar ol -duğu iddiası yanlıştır.
Buna rağmen “anlaşmazlık olan konularda nesnel gerçek yoktur”
gibi bir ilke kabul edilirse, o zaman “nesnel ahlak önermeleri yok-tur” iddiasının kendisi de nesnel bir gerçeklik olarak kabul edilemez..  Çünkü nesnel ahlaki önermelerin var olup olmadığı konusunda da an-laşma yoktur.
Ayrıca ahlaki konularda anlaşmazlıklar olması beklendik bir du-rumdur. Anlaşmazlıkların olmasının birkaç nedeni vardır. Birincisi,  yukarıda da değindiğim gibi, çeşitli ahlaki önermelerin doğruluk de -ğeri ontolojik inançlarımıza yakından bağlıdır. Farklı zamanlardaki top -lumların bazı ahlaki doğrular üstünde anlaşamamalarının en önemli  sebebi bu bağımlılıktır. Çünkü farklı zamanlardaki toplumların, on -tolojik inançları da farklıdır. Örnek olarak, insan kurban eden çoğu
kabile insan öldürmenin ahlaki olarak doğru bir şey olduğunu düşün -düğü için insan kurban etmeyi haklı görüyor değildir. Tam tersine, bu
kabilelerin insan kurban etmesine sebep olan inanç; bu eylemleriyle,
binlerce insanın hayatını kızgın tanrılardan kurtaracakları olmuştur.
Bu kabileler bu tanrılara inanmayı bıraktıklarında, yani ontolojik gö-rüşleri değiştiğinde, insan kurban etmeyi de bırakmışlardır. Bu durum  çoğu ahlaki tartışmanın neden çözümsüz olduğunu da açıklar. Birçok
konuda farklı ontolojik yaklaşımlar benimsenmiştir, dolayısı ile bu
farklılık ahlaki yargıları da etkilemiştir. Mesela insan fetüsünün, insan
olup olmadığı tartışılan bir ontolojik sorudur. Bu soruya verilen farklı
cevaplar, ahlaki bir tartışma olan kürtajı da tartışmalı kılmaktadır.
Ahlaki anlaşmazlıkların arkasındaki bir diğer neden ise bazı ah-laki soruların, cevap verilemeyecek kadar belirsiz tanımlanmış ol-maları ya da elimizde cevap için yeteri kadar bilgi olmamasıdır. Yu-karıda da değindiğim gibi, ahlaki bir yargıda bulunmak için kişinin,
söz konusu eylemin sonuçlarını incelemesi gerekmektedir, ancak eli -mizde böyle bir inceleme için yeterli veri yoksa, o zaman bu soruya  cevap vermemiz mümkün olamaz. İnsanlar genelde verilen ahlaki so -rudaki bilgi eksikliğini fark edemezler ve bu da sözde ahlaki anlaş -mazlıklara yol açar.
İlaveten, bazı ahlaki sorulara vereceğimiz cevaplar bazı gruplara
çeşitli yararlar sağlayabilir. Bu da belli ahlaki sorulara taraflı yaklaş -mamıza neden olabilir. Hatta bazı ahlaki doğruları gizlemek amacıyla  birden fazla ahlaki özellik olmasından faydalanılması mümkündür.  Buna ahlaki propaganda diyebiliriz. Örnek vermek gerekirse, soykı-rımı haklı çıkarmak için Naziler şöyle bir propagandaya başvurdular:  “Soykırım yanlıştır” önermesini karşılamak için, Yahudilerin olma -dığı bir dünyanın daha iyi olduğunu savunmaya çalıştılar. Yani başka  ahlaki özelliklere atıfta bulundular. Bu tarz ahlaki propagandalar nor -mal şartlarda net olan ahlaki sorularda bile anlaşmazlıklara neden ola-bilmektedir. Yahudi soykırımı buna güzel bir örnektir. Ancak kimi  durumlarda ahlaki özelliklerin birbiri ile gerçekten çelişebileceğinin
ve bunun çözülmesi çok zor gerçek ahlaki önermelere yol açacağının
da farkında olmak gerekir. Elbette ki çeşitli ahlaki özelliklerin var ol -duğu göz önüne alındığında, bu tarz anlaşmazlıkların ortaya çıkması  beklendik bir durumdur.Sonuç olarak, anlaşmazlıklar sadece ahlak alanında değil fizik,  matematik, felsefe ve mantık gibi diğer disiplinlerde de açığa çık-maktadır. Bu anlaşmazlıkların matematiksel, fiziksel, felsefi ve man-tıksal önermelerin görece olduğunu gösterdiği iddia edilmemekte -dir. Bu yüzden, bahsedilen anlaşmazlıkların ahlaki önermelerin de  görece olduğunu gösterdiğini iddia edemeyiz. Ayrıca yukarıda gös -terdiğimiz gibi bu tarz anlaşmazlıkların olması ahlaki realizm gö -rüşü açısından da beklendik bir durumdur. Bundan dolayı ahlaki anlaşmazlıkların, ahlaki realizm aleyhinde bir argüman oluşturduğu
iddia edilemez.

5.1.2. Evrimsel Argüman

Diğer bir itiraz da Evrim Teorisi’ne dayanılarak getirilmeye çalı-şılmıştır. Bu itiraza göre “ahlak” dediğimiz şey, herhangi bir organı -mız gibi evrim süreci boyunca gelişmiş, tek amacı çoğalma ve bizi  hayatta tutmak olan bir içgüdüdür. Buna göre nesnel ahlaki önerme -ler yoktur, bilim felsefecisi Michael Ruse ve sosyobiyolojinin babası
kabul edilen Edward Wilson bu durumu şu şekilde özetlemektedir:
Ahlak bizim çoğalmaya yönelik amaçlarımızı güçlendirmek için oluşmuş
bir adaptasyondur... Anladığımız haliyle ahlak, iş birliği yapmamız için
genlerimiz tarafından oluşturulan bir illüzyondur
22 İlk dikkat etmemiz gereken şey, bu itirazın bilimsel olmaktan zi-yade felsefi olduğudur. Söz konusu iddiayı deneysel olarak sınamak
ya da doğrulamak mümkün değildir. Zaten standart Evrim Teorisi, in -sanın biyolojik yönünü açıklar; bence, canlıların davranışlarını veya  psikolojisini açıklamak, standart Evrim Teorisi’nin sınırlarının dışın -dadır. Bu evrimsel psikolojinin alanıdır ve bu alanın bilimsel olup ol -madığı hâlâ tartışma konusudur. Ancak evrimsel psikolojiyi bilimsel bir alan olarak kabul etsek bile, gene de bize ahlakın doğası hakkında
fazla bilgi sunamaz. Bu durumu şöyle bir örnekle anlatabiliriz; mesela
evrimsel psikoloji, insanın gökteki yıldızlara baktığı zaman hissettik -lerini, algıladığımız görüntünün beyine nasıl ulaştığını, gözümüzdeki hangi mekanizmalarla algılandığını Evrim Teorisi’ne atıfla açıklamaya çalışabilir. Ancak böyle bir açıklamayı ortaya atan hiçbir evrimsel
psikolog, aynı zamanda bize, yıldızların ve gökyüzünün yapısı ya da
doğası hakkında bilgi verdiğini iddia etmez. Açıklama sadece algıla -rın kendisi ile al akalı olabilir, algılanan objeyle alakalı olamaz. Aynı şekilde bir evrimsel psikolog, ahlaki algılarımızın nasıl geliştiği hak -kında bize makul açıklama sunduğunu varsaysak bile, ahlakın yapısı  ve nesnelliği gibi temel özellikleri hakkında açıklama sunamaz. Böyle  bir açıklama yaptığı anda, çalıştığı bilimin sınırlarının dışına çıkar.  Ancak söz konusu itiraz ciddi anlamda sorunludur, zira mantıkta  “kökensel hata (genetic fallacy)” olarak bilinen mantık hatası 23  işlen-mektedir. Bu mantıksal hatayla işlenen yanlışlığın özelliği, bir şeyin
kökeni ya da tarihine referans verilerek bir iddianın yanlışlanmaya çalışılmasıdır. Ancak bu her zaman mümkün değildir. Örnek vermek  gerekirse şöyle bir iddia “kökensel hataya” sahiptir: Bilim adamı olan Kekule, benzen molekülünün yapısını rüyasında gördü. Dolayısı ile
Kekule’nin benzen molekülü teorisine inanmamalıyız. Kekule’nin ben-zen molekülünü rüyasında gördüğü doğrudur, ancak bu durum mole -külün o şekilde olmadığını göstermez. Nitekim benzen molekülünün  o şekilde olduğunu düşünmemiz için elimizde ciddi kanıtlar vardır.
Bu mantık hatasına verilecek diğer bir örnek de şöyle bir iddia olabi-lir: “Sen demokrasiyi savunuyorsun zira sen demokratik bir toplumda  doğdun”. Bir iddianın doğru ya da yanlış olduğu o iddianın nasıl or -taya çıktığına bakarak bulunamaz. Konumuza dönersek “Çocuklara  işkence yapmak yanlıştır” iddiasının kökeni evrimsel mekanizmalar  olabilir. Ancak bu söz konusu iddianın yanlış ya da yanılsama oldu -ğunu göstermez. Mesela bir akıl hastasını alalım, bu kişi etrafta uçan  atlar görüyor olsun. Aldığı bir ilaç sayesinde bu atların gerçekten var  olmadığına inanmaya başlasın. Onun bu inancının ilaç etkisinden oluş -ması bu inancının doğru olduğunu, gerçekten de uçan atlar olmadığı  gerçeğini değiştirir mi? Tabi ki hayır. Aynı şekilde ahlakın kökeninin  evrimsel mekanizmalar olduğunu göstermek, ahlaki iddiaların gerçek
olmadığını göstermez. Ancak ikinci bir evrimsel argüman daha mevcuttur. Elbette ki ah-lak algımızın kökenine atıf yaparak ahlakın kesin olarak görece ol -duğu iddia edilmekle kökensel mantık hatası işlenir. Ancak gene de  Evrim Teorisi’nin, ahlakın nesnel olması ihtimalini ciddi olarak dü -şürdüğü iddia edilebilir. Bu yeni argümana göre, insan ahlakı doğal
seçilimin bir sonucu olduğuna göre, hayatta kalma mücadelesinin bir
ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Böyle bir mücadele sonucunda, nesnel
ahlaki prensiplerin ortaya çıkması çok düşük ihtimaldir. Buna göre ah -laki realizm büyük ihtimal yanlış olmalıdır. Bu itiraz yerinde midir? Her şeyden önce ahlakın gerçekten de evrimsel mekanizmalarla ge-lişip gelişmediği tartışılabilir. Sosyobiyologlar her şeyi evrimle açıkla -maya çalışmaktadırlar. İnsanın bütün davranışlarını evrime bağlamak  şüphesiz yanlış olacaktır. Ünlü evrimci felsefeci Daniel Dennett’in ör -neğini kullanırsak; insanların kullandığı tüm mızraklardaki uç sivri  olmuştur. Bu seçimi evrime bağlamak, insanda bir çeşit mızrak ucu  geni olduğunu iddia etmek, elbette ki komik olacaktır. Mızraklar uç -ları sivriyken daha çok işe yaradıkları için, zeki bir varlık olan insan,  hep sivri uçlu mızraklar kullanmıştır. Kökende evrimsel bir meka-nizma söz konusu değildir. Buna göre aynı şekilde ahlak da evrimsel  süreçlerden bağımsız olabilir. Ahlakın, gerçekten de çoğalmayı ve hayatta kalmayı destekleyip  desteklemediği de tartışmalı bir konudur. Tecavüzün serbest olduğu
bir toplumda, insanların daha hızlı çoğaldığı savunulabilir. Zayıflara
yardım etmenin, onlara zarar vermemenin, “güçlüler ayakta kalır” il -kesiyle çeliştiği savunulabilir. Mesela yabancı biri için hayatımızı feda  etmemizin hiçbir şekilde bizim ya da genlerimizin hayatta kalmasına  faydası olmadığı açıktır. “Tecavüz” ve “zayıflara yardım etmemek”  evrimle uyuşmasına rağmen, ahlakla açık bir biçimde çelişmektedir.  Bu da ahlakta, evrimsel süreçlerden fazlası olduğunu göstermektedir.  Ancak bu sorunları görmezden gelsek bile, söz konusu evrimsel  itirazın iki büyük sorunu vardır, ki bu ikisi bu itirazı geçersiz kılmak  için yeterlidir. Birincisi, söz konusu itirazın başarılı olması için doğalcı (ateist) evrim teorisini kabul etmemiz gerekmektedir. Evrim teorisi -nin iki tane felsefi yorumu mevcuttur. Bu iki felsefi yorum da deney -sel verileri aynı başarıyla açıklar. Birinci yoruma göre doğa dışında  hiçbir şey yoktur, bu yukarıda bahsettiğimiz doğalcılık tezidir. Buna  göre insan, kör tesadüfî süreçlerle, şans eseri ortaya çıkmış bir hay -van türüdür. Bu evrimin doğalcı-ateist yorumudur. Doğalcılık tezi bi -limsel metotlarla doğrulanıp yanlışlanamadığı için felsefi bir iddiadır.  Bu iddiaya dayanan evrimin doğalcı yorumu da dolayısı ile felsefi bir
yorumdur. Bu arada bilimsel evrim teorisinde kullanılan “tesadüf “ke -limesi ile günlük hayatta kullandığımız “tesadüf” kelimelerinin birbi -rinden farklı anlam taşıdıklarına dikkatinizi çekmek isterim. Çağımı -zın önemli biyologlarından Ernst Mayr, biyolojide kullanılan “tesadüf
(randomness)” kelimesini şu şekilde tanımlamaktadır:
Mutasyon ya da değişim tesadüfîdir dediğimiz zaman kastettiğimiz şey
yeni genetik özellikler  ile verilen ortamdaki organizmanın adapte olma ih -tiyacı arasında bir ilişki olmadığı iddiasından ibarettir. 24 Önemli biyoloji felsefecilerinden Eliot Sober de Mayr’a benzer bir
“biyolojik tesadüf” tanımı vermektedir: Mutasyonların yararlı olacağını saptayıp, mutasyonun gerçekleşmesine  neden olan fiziksel bir mekanizma (onların içinde veya dışında) yoktur.
25 Hatta bu itirazın en önemli savunucularından, yukarıdaki alın -tının sahibi Michael Ruse da bu tanımlara çok yakın bir tesadüf ta -nımı vermektedir:
Biyolojik evrimin “ham maddesi” (diğer bir deyişle mutasyonlar) tesadüfi -dir, ki bundan kasıt onun ihtiyaca göre gerçekleşmemesidir. 26 Fakat “tesadüfü” bu anlamda anladığımız zaman, evrimin Tanrı’nın varlığı ile çelişmediği açıkça görülebilir. Daha ziyade burada “tesa -düf” ifadesiyle kastedilen şey, canlılarda Lamarckçı bir yapının olma -dığıdır. Yani canlılar dış koşulları sezip, genetik yapılarını koşullara  göre değiştirmezler. Genetik değişimler çevre koşullarından bağımsız
bir şekilde gerçekleşir ve çevre kendine uygun olmayan mutasyonları
eler. Bu tarz bir iddia ise hiçbir şekilde Tanrı’nın bu dış koşulları ya -ratıp, canlıların bu yöntemle ortaya çıkardığı iddiası ile çelişmez. Bu
da evrimin ikinci bir yorumunu mümkün kılmaktadır: Teistik evrim
görüşü. Bu görüşe göre Tanrı insanı, Evrim Teorisi’nde bahsedilen
mekanizmalarla yaratmıştır. Teistik evrim ile doğalcı evrim, bilimsel
olarak eşdeğerdir, ikisi de aynı deneysel öngörülerde bulunur. Nitekim
Evrim Teorisi’nin ilk versiyonunu ortaya atan Cahız, Evrim Teorisi’nin
babaları sayılan Alfred Wallace, modern Evrim Teorisi’nin kurucu -larından Theodosius Dobzhansky, günümüzde Evrim Teorisi’nin en  ünlü savunucularından Kenneth Miller gibi birçok önemli evrimci bi -yolog, evrimin teistik yorumunu kabul etmiştir. Teistik yorumu kabul
ettiğimiz zaman, yukarıdaki söz konusu itiraz geçersiz olur. Çünkü
Tanrı, bize, pekâlâ nesnel ahlakı görmeye yarayan sezgileri evrimsel
süreçlerle vermiş olabilir. Teistik evrim yorumunda, nesnel ahlakın or -taya çıkma ihtimalinin düşük olduğunu varsaymak için hiçbir gerek -çemiz yoktur. Dolayısı ile Evrim Teorisi’ni kullanarak nesnel ahlakın  var olmadığını iddia etmek için ona doğalcılığı eklememiz gerekmek -tedir. Ancak argümanımızın ilk dört öncülünde de gösterdiğimiz gibi
zaten doğalcılık doğruysa nesnel ahlaki önermeler yoktur, doğalcılığa
evrime ekleme bu anlamda doğalcılığa ekstra bir yardımda bulunmaz.
İkinci önemli probleme gelirsek, ahlakın evrim kökenli olduğunu
savunanlara göre, matematiksel sezgilerimiz (ki sayelerinde matema -tiği biliriz), tümevarım yeteneğimiz (ki sayesinde bilim yaparız), duyu  organlarımız (ki sayelerinde dış dünya hakkında bilgi alırız) da ev -rim kökenlidir. Ancak eğer ahlaki sezgilerin kökeni evrimsel süreç -ler olduğu için ahlakı yanılsama (illüzyon) olarak değerlendireceksek  o zaman, evrimsel süreçlerden gelen yeteneklerimizle geliştirdiğimiz
matematik, bilim hatta dış dünya algımız da yanılsamadır. Ancak
bir kere bilimin yanılsama olduğunu iddia edersek, o zaman bilimsel
bir teori olan evrimin kendisi de yanılsama olacaktır. Evrim yanılsa -maysa, o zaman söz konusu itiraz evrim üstünden geliştirilmeye ça-lışıldığı için geçersiz olacaktır. Yani itiraz kendi kendini baltaladığı  için kabul edilemezdir.

5.1.3. Doğrulamacılık/Yanlışlamacılık İtirazı:

Doğrulamacılık felsefe tarihinde önemli bir yere sahip olan, ama
1950’lerde gözden düşen pozitivizmin temel prensibidir. Pozitiviz -min bugün akademik felsefe camiasında ciddi bir savunucusu kalma-masına rağmen, hâlâ bilimsel çevrelerde ve halk üstünde çok etkili-dir. Çoğu insanın ahlaki önermeleri göreceli olarak algılamasının en  büyük sebebi pozitivizmdir. Bu yüzden bu pozitivist itirazın ciddi bir  savunucusu kalmasa da incelememiz faydalı olacaktır. Yanlışlamacılık doğrulamacılığın alternatif bir yorumu olarak dü-şünülebilir. Doğrulamacılık/yanlışlamacılık ilkesine göre, bir cümle ya  analitikse 27 ya da ampirik (deneysel) olarak doğrulanabiliyorsa/yanlış -lanabiliyorsa anlamlıdır. Bu ilkeyi savunanlara göre ahlaki önermeler  analitik veya deneysel olarak doğrulanabilir/yanlışlanabilir önermeler  olmadıklarına göre anlamsızdır. Bu tarz bir argüman pozitivist felse -feci Alfred Ayer tarafından geliştirilmişti. 28 Bu tarz bir argümanın sa -vunucusu, ahlakın göreceli olduğunu savunmakla kalmaz, daha ileri  giderek ahlaki önermelerin anlamsız olduğunu da iddia eder. Öncelikle ahlaki ilkelerin analitik olmadığı, yahut ampirik olarak  doğrulanabilir/yanlışlanabilir olmadığı açık bir durum değildir. Do -layısı ile doğrulamacılık/yanlışlamacılık ilkesini kabul etsek bile ah -laki önermelerin anlamsız ya da göreceli olduğu açık bir durum de -ğildir. Nitekim “tecavüz yanlıştır” gibi ahlaki önermelerin anlamsız  olmadığı, her insanın bu önermenin söylemek istediğini kavramasın -dan bile bellidir. Fakat söz konusu ilkenin iki tane büyük sorunu var -dır ki, bu iki sorundan dolayı bütün felsefeciler bu ilkeyi (doğrulama -cılık/yanlışlamacılık ilkesini) reddetmiştir.  Birincisi, söz konusu ilke kendi kendini reddetmektedir, zira  ilkenin kendisi, ne analitik ne de deneysel olarak test edilebilir  bir önermedir: “Yalnızca doğrulanabilen/yanlışlanabilen cümleler  anlamlıdır” cümlesinin kendisi doğrulanamaz/yanlışlanamaz. Do -layısı ile bu ilkeyi kabul edersek, ilkenin kendisinin anlamsız ol -duğunu da kabul etmememiz gerekir! Kısacası bu ilke kendi ken -dini reddetmektedir.  İkincisi, bir sürü önemli bilimsel iddiayı deneysel olarak yanlış-lamak ya da doğrulamak mümkün değildir. Kuantum mekaniğindeki  istatistiksel önermeler, deneysel olarak doğrulanamaz ya da yanlışla -namaz. Bu tarz önermeler için deneysel kanıt bulmak mümkündür,  ancak bu önermeler hiçbir zaman yüzde yüz kesinlikle doğrulanamaz  ya da yanlışlanamaz. Mesela “Paranın tura gelme olasılığı yüzde el -lidir” önermesini alalım. Diyelim ki parayı 10 defa attık ve her sefe -rinde tura geldi, söz konusu iddiayı yanlışladığımızı söyleyebilir mi -yiz? Tabi ki hayır, belki bir sonraki 10 atışta hep yazı gelecek. Ya da  “Tura gelme ihtimali yüzde yetmiştir” önermesini ele alalım, diyelim  ki parayı 100 kere attık, 70 kere tura geldi. Bu önermeyi doğrulamış
olduk mu? Tabi ki hayır, belki bundan sonraki atışlarda yazı daha fazla
gelecek ve oran değişecek. Ne kadar deney yaparsanız yapın istatis -tiksel bir önermeyi deneysel olarak doğrulayamazsınız. Dolayısı ile söz konusu ilke (doğrulamacılık/yanlışlamacılık ilkesi),
hem kendi kendini reddettiği, hem de önemli bilimsel önermeleri an -lamsız gibi gösterdiği için anlam kriteri olarak kabul edilemez. Bu il -keyi reddettik mi ona dayalı ahlaki realizme getirilen itiraz da geçer -liliğini yitirmiş olur. Bu bölümde görüldüğü gibi, ahlaki realizm aleyhinde güçlü bir ar-güman yoktur. Yukarıda verdiğim üç argümanı da göz önüne alırsak,
beşinci öncülün doğru olma ihtimali yanlış olma ihtimalinden fazla -dır. Şimdi ikinci öncüle gelebilecek itiraza göz atalım.
5.2. İkinci Öncüle İtirazlar ve Platonist Ateizm
Bütün doğalcılar ateist olmak zorundadırlar, ancak bütün ateistler
doğalcı olmak zorunda değildir. Günümüzde kendilerine “yeni ateist -ler” diyen bütün ateistler doğalcı olmalarına rağmen, bu böyle olmak
zorunda değildir. (Kamuoyunda ateist olarak ünlü tüm isimler doğalcı
olmalarına rağmen, bunların dışında olabilecek ateist yaklaşımı irde -lemeyi yararlı buluyorum.)Tanrı’nın varlığını reddetmek, doğanın var
olan tek şey olduğunu iddia etmeyi gerektirmez. Dolayısı ile bir ateist,
doğalcılığı reddedip ikinci öncülümüzü reddedilir. Ancak bu yeterli
değildir, zira ikinci öncül ateistin yeni pozisyonunu da kapsayacak şe -kilde güncellenebilir. Ateistin argümanımızı geçersiz kılmak için, yeni
pozisyonunda aksiyolojik bir takım temel önermeler olduğunu göster -mesi lazımdır. Aksi takdirde ateistin yeni poziyonuna “x-ateizm” der-sek, argümanımızı şu şekilde yeniden oluşturabiliriz:
1.     Nesnel aksiyolojik önermeler varsa bu önermeler ya temel yasa -lardır, ya da temel yasalardan çıkarsanabilirler. (Öncül, Üçüncü
halin imkânsızlığı mantık yasası)
2.     Eğer Tanrı yoksa temel yasalar x-ateizmin içerdiği yasalardan
ibarettir. (Öncül)
3.     Bütün x-ateistik temel yasalar olgusaldır. (Öncül)
4.     Olgusal önermelerden aksiyolojik önermeler çıkarsanamaz.
(Öncül, Hume yasası)
5.     Dolayısı ile eğer Tanrı yoksa nesnel aksiyolojik önermeler yok -tur. (1, 2, 3, 4’ten çıkan mantıksal sonuç)
6.     En az bir tane nesnel aksiyolojik önerme vardır. (Öncül, Ah -laki realizm)

Sonuç: Tanrı vardır.
Ateistin böyle bir güncellenmiş argümandan kaçmasının tek yolu,
güncellemede 3. öncülün yanlış olmasıdır. Yani x-ateizmin içinde ak -siyolojik bir takım önermeler içermesi gerekmektedir. Doğa yasaları  olgusal olduğu için, ateistin söz konusu yasaların zaman ve mekân dı -şında olduğunu savunması gereklidir. Bu görüş Platonizmi andırdığı  için, bu görüşe “Platonist ateizm” diyeceğim. Platonist ateizm doğ -ruysa, yani evrenimizin dışındaki Platonik bir evrende, zaman me -kan dışında aksiyolojik yani ahlaki bir takım temel yasalar varsa, o
zaman argümanım başarısız olur. Peki, böyle bir görüş doğru olabilir
mi? Teizm mi, böyle bir görüş mü daha rasyoneldir? Platonist ateizmin birçok önemli sorunu vardır. Birincisi, her şey-den önce görüşün kendisi çok gariptir, zaman-mekân dışında merha -met, adalet, iyilik gibi normal şartlarda kişilere özgü özelliklerin var  olduğu iddiasını anlamak gerçekten güçtür. Normal şartlarda ahlaki
önermeler ve özellikler kişilerle alakalıdır, bir cisim, ya da fiziksel  olgu merhametli olamaz. Merhametlilik, adil olmak, bilinçli varlıkla -rın özelliğidir. Nitekim çoğu felsefeciye göre bu özelliklere sadece öz -gür iradeye sahip varlıklar sahip olabilir. Ancak eğer Platonist ateizm
doğruysa, o zaman bu özellikler ve ahlaki yargılar zaman-mekân dı -şında oldukları için hiçbir varlık olmasaydı dahi var olmalıydılar. İyi  ama bu nasıl olabilir? Merhametlilik özelliğinin hiçbir varlığın var ol -madığı bir yerde var olduğu nasıl iddia edilebilir? Bu iddianın anlamı  nedir? Bu sorulara cevap vermek mümkün gözükmemektedir. Dola -yısı ile Platonist ateizm ahlaki özellikleri temellendirme noktasında  bir açıklama sunamamaktadır. Dolayısı ile böyle bir görüş kurmanın  mümkün olup olmadığı bile bir soru işaretidir. Diğer taraftan teizmin  Tanrısı bir zihne sahip, kişisel bir varlık olduğu için onun doğasına  atıf yaparak merhamet, adalet gibi kavramları temellendirme benzeri  bir sorunla karşılaşmaz. İkincisi, eğer Platonist ateizmin iddia ettiği gibi bazı ahlaki değer-ler ve ahlaki yargılar zaman-mekân dışında varlarsa, o zaman neden -sel ilişkilere girememelerinden ötürü, 29 onların varlıklarından haber-dar da olmamamız gerekiyordu. Çünkü bir şey hakkında bilgi elde  etmek için o cisimle bir çeşit ilişkiye girmek şarttır, öyle ki bu ilişki  sırasında cisimle ilgili bilgiler ondan bize geçebilsin. Ancak Platonist  teizmin savunduğu mekânda olmayan, nedensel ilişkilere girmeyen  cisimlerle böyle bir ilişki sağlamak imkânsızdır. Ancak biz ahlaki de -ğerlerin varlıklarından haberdarız. Bu gerçek de Platonist ateizmin  yanlış olduğunu göstermektedir.  Üçüncüsü, ahlaki yasa ve özelliklerin zaman-mekân dışında ol-duğunu düşünmekteki bir başka sorun da, ahlaki özelliklerin zaman-mekân içinde yaşayan varlıklarla alakalı olmasıdır. Diğer bir deyişle
ahlaki önerme ve özellikler felsefecilerin amaçlılık dediği özelliğe sa -hiptir. Ancak bu çok garip bir durumdur, zaman-mekân dışında, değiş -meyen, nedensel ilişkiye girmeyen değerler nasıl olur da zaman-mekân  içindeki varlıkların (yani kişilerin merhametli, cömert... olması gibi)
tariflere dönüşebilirler? Bu soruya da cevap vermek mümkün değildir.
Ayrıca ahlaki önermelerin önemli bir özelliği, yukarda bahse-dildiği gibi bize yükümlülükler yüklemeleridir. “Zevk için insan öl -dürmemeliyiz” önermesi, bir doğruya işaret etmesinin yanında, bize  öldürmeme yükümlüğü de yükler. Birincisi, nasıl oluyor da zaman-mekân dışındaki soyut bazı yasa ve özellikler bize yükümlülük yük-leyebilir? İkincisi, neden biz bu yükümlülüklere uyalım ki? Diyelim ki “Merhametli olmak iyidir” veya “Bencil olmak kötüdür” önerme -leri doğru olsun. Neden birinci özelliğe sahip olmak isterken, ikinci özellikten uzak durmaya çalışmalıyız? Platonist ateizm bu soruları da cevapsız bırakmaktadır. Platonist ateizmin diğer bir zayıflığı ise kör-tesadüfî evrimsel sü-reçlerle ortaya çıkan insanın, bu zaman-mekân dışındaki yasaları kav -rayacak şekilde evrimleşmiş olduğunu iddia etmek zorunda kalması -dır. Ancak bu savunulması çok zor bir iddiadır. Zira ateistin, maddenin kör-tesadüfî bir süreçle, zaman-mekân dışındaki bazı özellikleri kav -rayacak bir mekanizma geliştirmiş olduğunu iddia etmesi gerekmek -tedir. İyi ama zaman-mekân dışından bilgi alabilen bir mekanizma, ateizmin öngördüğü bir evrendeki fiziki yasa ve maddelerden nasıl
yapılabilir? Böyle bir mekanizma bilimsel olarak bilinmemektedir;
ayrıca böylesi bir mekanizmanın oluşması hiç de mantıklı gözükme -mektedir. Zaman-mekân dışındaki bir takım özelliklerin, bu dünyada  hayatta kalmamızla alakası olamayacağı için, doğal seçilimin -böyle  bir yapı olmuş olsaydı bile- onu seçmesi de olasılık olarak mümkün
gözükmemektedir. Bütün bunlar göz önüne alındığında, Platonist ateizmin pek ciddi
ve ikna edici bir pozisyon olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu
sorunlar kanaatimce o kadar büyüktürler ki; Platonist ateizmi doğal -cılık ve teizme ciddi bir alternatif olarak görmek mümkün değildir. 5.3. Euthyphro İkilemiPlaton, Euthyphro diyaloğunda, kutsalın tanrılar tarafından is-tenen şey olduğunu savunan hayali bir karakter olan Euthyphro’ya, Sokrates’in ağzından şu soruyu sormaktadır: “Bir şey bizatihi kutsal 30 olduğu için mi tanrılar tarafından sevilir, yoksa tanrılar tarafından se -vilen bir şey olduğu için mi kutsal sayılır?”31 Bu sorudan hareketle bazı ateistler, teizm için benzeri bir ikilem yaratmayı amaçlayan şu soruyu sorarlar: “Ahlaki davranışlar Tanrı  tarafından emredildiği için mi ahlakidir, yoksa ahlaki olduğu için mi
Tanrı tarafından emredilmiştir?” Burada sunulan ikilemden birinci seçeneği seçersek, ahlaki ilke-ler Tanrı’nın keyfi seçimlerine dönüşmüş olacaklardır. Öyle ki Tanrı
fikrini değiştirip aniden cinayeti ahlaklı görürse cinayet ahlaki ola -rak kabul edilebilir olacaktır. Ama ateistlere göre bu kabul edilebilir  bir şey değildir, bu durumda ahlakın nesnel olduğu iddia edilemez,
dolayısı ile verdiğimiz argümanın 5. öncülü yanlış olacağı için argü -man da yanlış olacaktır.
Diğer taraftan ikinci seçeneği seçersek, bu sefer ahlaki önerme-ler Tanrı’dan bağımsız olacaktır. Eğer ahlaki önermeler Tanrı’dan ba -ğımsızsa, o zaman Tanrı olmasaydı bile onlar hâlâ var olabilecekti. Bu
da bizim ara sonucumuzun, dolayısı ile muhtemelen 2. öncülümüzün
yanlış olduğu anlamına gelecektir.  Bu ikilem argümanımızı geçersiz kılmış mıdır? Her şeyden önce
birinci seçenek 5. öncülü reddetmemizi gerektirmez. Teistlere göre
Tanrı fizik yasalarını da yaratmıştır, bundan hareketle fizik yasaları -nın keyfi, nesnel olmayan önermeler olduklarını söyeleyebilir miyiz?  Söyleyemeyiz, aynı şey ahlak için de geçerlidir.
Ancak Euthyphro ikilemi gerçek bir ikilem değildir, üçüncü bir se-çenek daha vardır ve bence doğru olan seçenek de budur. Bu seçeneğe  göre ki Augustine, Anselm, Aquinas gibi teistik felsefecilerin birçoğu  bu görüşü savunmuştur; merhamet, adalet gibi temel ahlaki özellikler
Tanrı’nın Doğası’nın bir parçasıdır. Tanrı ne dışarıdaki bir ahlak stan -dardına uyar, ne de böyle bir standardı yokluktan yaratır. Bu ahlaki değerlerin standardı Tanrı’nın Doğası’nın kendisidir. Nitekim bu gö -rüş teizmle ilk seçenekten daha uyumlu durmaktadır, zira teistik gö -rüşte Tanrı her zaman merhametlidir, her zaman adildir, her zaman iyidir. Bu sıfatlar onun temel ve zorunlu sıfatlarındandır.
Bu noktada ateist üçüncü seçeneğe şöyle bir soruyla itiraz getirmeye  çalışabilir: “Tanrı’nın Doğası, Tanrı nasılsa öyle olduğu için mi iyidir;  yoksa dışsal bir ölçütle örtüştüğü için mi iyidir?” Birinci seçeneği se -çersek, o zaman ateist, “Tanrı’nın doğası başka türlü olsaydı ahlak da
başka türlü olurdu, demek ki ahlak mutlak anlamda nesnel değildir”  diyebilir. İkinci seçeneği seçersek ise, yukarıdaki ikinci seçenek gibi, iyiliğin Tanrı’dan bağımsız bir kavram yapıldığını iddia edebilir. Do -layısı ile ateist Euthyphro ikileminin yeniden belirdiğini söyleyebilir.
Bu aslında anlamsız bir sorudur. Özellikler zorunlu ya da bağımlı  olabilir. Bir özelliğin, bir varlığın temel ya da zorunlu özelliği ya da sı -fatı olduğunu söylemek, o varlığın bütün mümkün evrenlerde o özel -lik veya sıfata sahip olduğunu iddia etmek demektir. Mesela A isimli
bir üçgenimiz olsun. A üçgeninin üç kenarı vardır ve bu onun zorunlu  özelliğidir. Zira üçgeninin üçten az ya da fazla kenarı olması müm -kün değildir. Diğer taraftan üçgenlerin iç açıları toplamı, Öklid ge -ometrisinde 180 derece, Rieman geometrisinde 180 dereceden fazla, Lobacevski geometrisinde ise 180 dereceden azdır. Dolayısı ile A üç-geni, Öklid uzayındaysa iç açılar toplamı 180 derece olacaktır. Diğer taraftan A üçgeni eğer Rieman uzayındaysa iç açılar toplamı 180 de -receden fazla olacaktır. Dolayısı ile üçgenin iç açılar toplamının 180
derece olması bir bağımlı özelliğidir. Bu bilgi ışığında bir üçgenin iç
açılar toplamının neden 180 derece olduğu ya da olmadığı sorgula -nabilir. Ancak şöyle bir soru anlamsız olacaktır: “A’nın üçgen olduğu için mi üç kenarı vardır, yoksa üç kenarlı olduğu için mi üçgendir?”. Zira üç kenarlı olmak üçgenin temel özelliğidir, üçgenin üç kenarlı ol -maması mümkün değildir. Yukarıda da değindiğim gibi “iyilik” Tanrı’nın Doğası’nın temel
özelliğidir (sıfatıdır), bütün muhtemel evrenlerde Tanrı sonsuz iyidir, farklı olması zaten mümkün değildir. Dolayısı ile ateistin sorusu, yu -karıdaki üçgenin neden üç kenarı olduğu sorusu gibidir, anlamsızdır. Zira birinci seçenek ateistin iddia ettiği sonucu gerektirmez. “Tanrı’nın
Doğası başka türlü olsaydı ahlak da başka türlü olurdu, dolayısı ile bu bakışta ahlak nesnel değildir” iddiasının, Tanrı’nın ahlaki sıfatlarının zorunlu olduğu (Doğası’ndan kaynaklandığı) bilgisinin ışığında yanlış lduğu açıktır. Tanrı’nın Doğası zaten başka türlü olamazdı ki, ahlak
da başka türlü olabilsin. Tıpkı üçgenin üç kenar dışında başka bir sa -yıda kenarı olamayacağı gibi.

6. Sonuç

Evrendeki bütün doğru önermeler, makalenin başında belirtildiği
gibi temel önermelerden çıkarsanabilir. Argümanımın birinci kısmında,
tümdengelimsel mantığın temel ilkelerinden biri olan Hume yasası ge -reği, bütün temel önermeler olgusalsa, bütün nesnel doğru önermelerin
de olgusal olması gerektiğini göstermeye çalıştık. Ateistin bu noktada
iki seçeneği vardır, birincisi doğalcılık veya benzeri bütün temel öner -melerin olgusal olduğu bir görüşü benimsemek ve bu önermelerden nesnel ahlaki önermeler çıkarsayamayacağı için nesnel ahlaki önerme -lerin varlığını reddetmek. Ya da Platonist ateist bir pozisyon benimse -yip, zaman-mekân dışında bazı temel ahlaki önermeler olduğunu iddia tmek. İkinci seçenek, yukarıda itirazlar bölümünde ayrıntılıca gös -terdiğim gibi, savunulması makul olmayan bir görüştür. İlk seçenek ise nesnel ahlaki önermelerin reddini gerektirdiği için savunulmazdır.
Zira itirazlar bölümünde görüldüğü gibi, ahlaki önermelerin nesnel ol -madığını düşünmemiz için geçerli hiçbir argüman yoktur. Bütün nes-nel ahlak karşıtı argümanların çok ciddi sorunları vardır. Diğer taraf -tan, nesnel ahlaki önermeler olması gerektiği yönünde üç tane geçerli
argüman vermeye çalıştım. Dolayısı ile ateistin elindeki iki seçenek
de rasyonel açıdan güçlü gözükmemektedir. Nesnel ahlaki değerlerin
(aksiyolojik önermelerin) varlığı, teizm lehinde önemli bir delil oluş -turmaktadır. Bu delil, bu kitapta sunulan ve sunulmayan diğer delil -lerle birleştirildiğinde, teizmin ateizmden daha rasyonel olduğu dahada iyi anlaşılacaktır.


1  Makaleme yaptıkları katkılarından dolayı değerli hocam Caner Taslaman’a teşekkür
ederim.
2  Aksiyoloji: Değerler bilimi.
3  Önerme doğruluk değeri olan cümledir. Mesela “Dünya düzdür” önermesi yanlış,
“Güneş bir yıldızdır” önermesi doğru bir önermedir. Sorular, emirler gibi doğruluk
değeri olmayan cümleler önerme değildir. aynı şekilde ahlaki önermelerin doğruluk değeri de toplumun inanç -ları ve bizim teorilerimizden bağımsızdır.

4  “Bilimsel realizm” bilimin doğru ya da yanlış önermeler ürettiğini iddia eden görüştür.
5  “Matematiksel realizm” matematik önermelerinin icat değil, keşif olduğunu iddia eden
görüştür.

6  Bazıları matematiksel önermelerin doğruluk değerinin sezgi aracılığı ile değil, is -patla belirlendiğini iddia edebilir. Elbette ki matematiksel önermeler ispat yoluyla
çıkarsanır, ancak ispatta belli bir aksiyom kümesinin doğru olduğu varsayılır. Bu
aksiyomların doğru olduğunu nereden biliyoruz? İşte, sezgisel realizm savunucusu, bu
aksiyomların doğruluğunun sezgilerle belirlendiği konusunda ısrar edecektir. Nitekim
ahlakı da aksiyomatize edip, belli temel ahlaki aksiyomlar aracılığı ile ahlaki teoremler
ispatlanabilir. Spinoza’nın  Ethica Ordine Geometrico Demonstrata (1677) eseri  böyle
bir denemedir.
7  Tümdengelimsel argümanlarla ilgili gerekli bilgiler ileride verilecektir

8  Hume, David, (2009/1882)  A Treatise on Human Nature (General Books LLC): Bölüm
1,§1.

9  Mantıksal çelişkilere örnek vermek gerekirse; bir kişinin hem evli hem bekar olduğunu,
bir arabanın hem yeşil olup, hem de yeşil olmadığını iddia etmek, mantıksal çelişkidir.

10   Mackie, J.L. (1977) Ethics: Inventing Right and Wrong  (New York: Penguin).

11   Sartre, Jean-Paul (1957)  Existentialism and Human Emotions (New York: Philosophical
Library), s. 15.
12   Nietzsche, F. (1968) Twilight of the Idols and the Anti-Christ  (New York: Penguin
Books),.s. 70.
13   Russell, Bertrand (1954) Human Society in Ethics and Politics  (London: Allen &
Unwin), s. 124.
14   Dawkins, Richard (1995) River Out of Eden: A Darwinian View of Life (New York:Basic
Books/Harper Collins), s. 132-133

15   Buradaki argüman temelde Russ Shafer-Landau’nun “Ethics as Philosophy: A
Defense of Ethical Non-Naturalism” (Felsefe olarak Ahlak: Ahlaki Anti-Doğalcılığın
Savunulması) isimli makalesindeki argümandır. Burada sunduğumuz argümanın bir
benzerini sunmasının yanında, Landau, felsefenin bilimsel olmayan sorulara cevap
aramasından hareketle, ahlaki soruların da felsefi sorular oldukları için, onlara bilim -sel yöntemlerle cevap verilemeyeceğine dikkat çekmiştir. Doğalcılık bütün sorulara
bilimin cevap verebileceğini iddia ettiği için, ahlaki realizm ile doğalcılık uyumlu ol -amaz: Doğalcılık doğruysa ahlaki realizm yanlıştır, ahlaki realizm doğruysa doğalcılık
yanlıştır. Bu da tam olarak burada savunulan ara sonuçtur. Dolayısı ile ahlakın felse -fenin alt dalı olmasından hareketle, burada savunulan ara sonucu destekleyen alter -natif bir argüman da geliştirmek mümkündür. Landau’nun makalesi için bakınız:
Landau, Shafer, “Ethics as Philosophy: A Defense of Ethical Non-Naturalism”, Landau,
Shafer ve Cuneo, Terence (ed.), (2007) Foundations of Ethics An Anthology (Oxford:
Blackwell Publishing), s. 210-221.

16   Burada verdiğim örneğin ve ahlakın çeşitli gözlemleri açıklamada vazgeçilmez
bir rolü olduğunun detaylı bir savunması için bakınız: Sturgeon, Nicholas “Moral
Explanations.”, G. Sayre-McCord (ed.) (1989), Essays in Moral Realism (Ithica: Cornell
University Press).
17   Bu argümanın bir savunması için bakınız: Mackie, J.L. (1977) Ethics: Inventing Right
and Wrong (New York: Penguin Books).
18   Pedofili: Yetişkin bir bireyin, ergenlik öncesi çocukları cinsel açıdan çekici bulması ve
cinsel eğiliminin çocuklara yönelik olmasıdır.


19   Newton’dan günümüze kadar hareketin göreceli mi yoksa mutlak mı olduğu sonuç-suz bir biçimde tartışılmıştır. Newton gibi mutlak hareketi savunanlara göre boş uzay
vardır ve hareket bu boş uzayda yer değiştirmeye tekabül eder. Göreceli hareketi savu -nan Mach gibi fizikçilere göre ise boş uzay diye bir şey yoktur, hareket bir cismin başka
bir cisme göre göreceli olarak yer değiştirmesidir. Dolayısı ile birinci cismi hareket
ettirmekle, ikinci cismi ters yönde hareket ettirmek eşdeğer şeylerdir. Einstein önce
Mach’ın görüşünü savunsa da, hayatının sonlarına doğru mutlak uzay olabileceğini
yazmıştır. Mutlak uzayın olup olmadığı hâlâ açık bir sorudur.
20   Gerçek hayatta bir sonsuzdan bahsetsek bile, matematikteki bütün sonsuzlar birbirine
eşit değildir. Doğal sayılar kümesi de, reel sayılar kümesi de sonsuz sayıda eleman
içermektedir. Ancak reel sayılar kümesi, doğal sayılar kümesinden daha çok eleman
içermektedir. Ünlü matematikçi George Cantor 19. yüzyılda doğal sayılar kümesinin
eleman sayısına  ℵ
0
 dersek, reel sayılar kümesinin eleman sayısının doğal sayılar kü -mesinin alt kümeleri kadar eleman içereceğini (buna da  ℵ

dersek, ℵ
1
=2
ℵ0
) ispatla-mıştır. Yani reel sayıların eleman sayısı doğal sayılardan fazladır (diğer taraftan tek
12

22   Ruse, M. ve Wilson, E. O. (1989) “The Evolution of Ethics”,  New Scientist,  s. 51.

23   Mantık hatalarına “mantıksal safsata” diyenler de vardır. Mantık hataları ilk bakışta
doğru görünen ama aslında yanlış olan çıkarımlardır.

24   Mayr, Ernst (1988)   Towards a New Philosophy of Biology: Observations of an
Evolutionist  (Cambridge: Harvard University Press), s. 98


25   Sober, Eliot “Evolution Without Metaphysics?”, J. Kvanvig (ed.),  Oxford Studies in
Philosophy of Religion, cilt 3.
26   Ruse, Michael (1988)  Philosophy of Biology Today   (Albany: State University of New
York Press), s. 75.

27   Analitik önermeler, yüklemi öznesine ek olarak bir bildirimde bulunmayan önermel-erdir. Mesela “Bütün bekarlar evli değildir”; “Bütün üçgenlerin üç kenarı vardır” öner -meleri analitik önermelerdir. Zira “bekar” öznesi zaten evli olmama bilgisini içerir,
“üçgen” öznesi de üç kenara sahip olmayı içerir. Analitik önermelerin doğru veya
yanlış olduğu doğrudan içeriğinden anlaşılabilir.
28   Argümanın savunması için bakınız: Ayer, Alfred (1954) “The Analysis of Moral
Judgments”  Philosophical Essays, (London: Macmillan).


29   Cisimler ancak zaman-mekanda nedensel ilişkiye girebilirler. Çünkü zaman dışında
değişimden bahsetmek mümkün değildir. Değişim olmayan yerde ise nedensel
ilişkiden bahsetmek mümkün değildir. Zaten aksiyolojik özelliklerin nedensel ilişkiye
girmediği de apaçık bir durumdur. Merhametten (merhametli bir insandan değil,
soyut bir değer olarak merhametten) tokat yediğiniz, ya da şefkate çarptığınız oldu



30   Diyalogta geçen “τὸ ὅσιον” kelimesi Türkçe’ye genelde “kutsal” olarak çevrilmektedir,
ancak kelime “erdem” anlamına da sahiptir.

31   Platon (1961) “Euthyphro”, Hamilton, Edith ve Cairns, Huntington (ed.),  The Collected
Dialogues of Plato (Princeton: Princeton University Press), 10a.















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder