Kutsal Metin Çelişki Cevapları ( Full)

iddia:

Kur'an kabe güvenlidir diyor. Kabenin sel gibi şeylere maruz kaldığını biliyoruz, öyleyse Kur'an insan ürünüdür.

cevap:

Daha doğru dürüst araştırmadan böyle saçma iddialar ile Kuran'ı çürüttüğünü sananlar var.

Sözkonusu ayet Ali imran suresinin 97. ayetidir. Bu ayette şöyle yazıyor:

''Orada apaçık ayetler vardır, İbrahim'in makamı vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur''

Bu ayettte güvenlik geçiyor, fakat ne türlü bir güvenliğin kast edildiği bahsedilmiyor. Böyle bir durumda bu ayette güvenlik için kullanılan kelimenin diğer ayetlerde hangi anlamda kullanıldığını bakılır. (eğer yoksa sözlük anlamına gidilir)

Bu ayette kullanılan kelime ''aminen''dir. Bu kelime Kuran'da bu şekli ile tam 6 defa geçer. Peki bu iddiada bulunanlar bunu hiç incelediler mi ?

Maksat Kuran'ı hatalı çıkartmak olunca böyle bir şeye ne gerek var ki, değil mi (?)

Buradaki emniyet/güvenlik için kullanılan ''aminen'' kelimesinde ne kast edildiği bu 6 ayet arasında bulunan iki tane ayette çok rahat anlaşılmaktadır.

Mesela fussilet suresinin 40. ayetine bakalım:

Arapçası (aminen kelimesine dikkat):

(İnnellezîne yulhıdûne fî âyâtinâ lâ yahfevne aleynâ, e fe men yulkâ fîn nâri hayrun em men ye’tî AMİNEN yevmel kıyâmeh)

Meali:

''Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp inkâra sapanlar bize gizli kalmazlar. O halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü GÜVENLİK içinde bize gelen mi?''

Bu ayette güvenliğin hangi anlamda kullanıldığı çok rahat anlaşılıyor. Söz konusu fiziksel bir güvenlik değildir. Söz konusu olan bir ahiret emniyetidir. Kabeye giden Allah rızası için gider ve Allah yolunda olan biri güvendedir. Ölüm veya herhangi bir fiziksel zarar bu kişiye hiçbir kalıcı zarar veremez.

Konuya açıklık getiren bir başka ayet te ibrahim suresinin 35. ayetidir. Bu ayette Hz. İbrahimin duası aktarılıyor:

Arapçası:

(Ve iz kâle ibrâhîmu rabbic’al hâzel belede AMİNEN vecnubnî ve beniyye en na’budel asnâm)

Meali:

Hani İbrahim demişti ki: ''Rabbim, bu beldeyi (kabe ve çevresini) güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan koru.''

Bu ayette ise güvenlikten doğru yol üzerine olmanın kast edildiği anlaşılıyor. Hz. İbrahim kabe ve çevresinin ahiretini kurtarmış olan (güvende olan) insanların beldesi olmasını istiyor.

Ayrıca klasik Arapça sözlüklerinde bu kelimenin ''korkudan korunma'' ve ''şerden korunma'' gibi anlamlara geldiği de yazmaktadır. (bkz: Klasik Arapça sözlüğü ''Lane's lexicon'', cild 1, sayfa 101)

Görmüş olduğunuz gibi güvenlik kelimesi birçok anlamda kullanılabilir. Güvenlik kelimesini belli bir mana ile sınırlayıp ta Kur'an hatalıdır demek şaçmalığın zirvesidir.

_______________________________________________________________
_______________________________________________________________
iddia:

Kehf suresinin 50. ayetinde iblisin (şeytanın) cin olduğu yazıyor halbuki bakara suresinin 34. ayetinde iblisin bir melek olduğu anlaşılıyor. bu bir çelişkidir.

Cevab :


bahsedilen ayet:

''Hani biz meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.'' (bakara 34)

Bu ayetin arapçasında kesinlikle iblisin bir melek olduğu anlaşılmıyor ! Bakara suresinin 34. ayeti türkçe mealde yanlış anlaşıldığı için ayetlerde çelişki olduğu sanılıyor. Bu ayette Arapçada ''tağlib sanatı'' diye bilinen bir gramer kuralı mevcuttur. Tağlib sanatına göre çoğunluğa hitap edilir. Mesela bir sınıfta yüz öğrenci var ise ve bu yüz öğrencinin arasında yalnızca bir tane kız var ise... ve öğretmen bütün erkekler ayağa kalsın derse arapçadaki bu kurala göre o tek kızı ayrı belirtmeye gerek kalmıyor. yani bütün erkekler dediğin zaman otamatikmen o bir kızı da kapsıyor. (Tabi bu tersi için de geçerlidir. Bir tane erkek olsaydı da durum aynı olurdu)

Aynı şekil ayette iblisi ayrı belirtmeye gerek kalmıyor. Dolayısıyla bu ayette iblisin melek olduğu anlaşılmıyor. Kehf suresinin 50. ayetinde iblisin açıkça cin olduğu yazıyor.

sonuç: İblis bir cindir ve ayetlerde kesinlikle çelişki yoktur.



_______________________________________________________________
_______________________________________________________________


İddia :

Şura 33 de Eğer Allah rüzgarı keserse gemiler hareket edemez diyor
hani Kura nın evrenselliği Rüzgar olmasa da gemiler hareket edebilir

Cevab :



İlk bi bahsi geçen ayete bakalım
Eğer O (Allah), dilerse rüzgârı durdurur. O zaman (gemiler) onun üzerinde hareketsiz kalırlar. Muhakkak ki bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için mutlaka

âyetler (ibretler) vardır. Şura 33
Olay tamamen arapça orjinal metninde geçen kelimeleri bilmemekdebir dil bir diğerine tam olarak hiçbir zaman çevrilemez

ayette geçen “gemi” kelimesi incelendiğinde konu daha iyi anlaşılacaktır. Arapça’da genel anlamda “gemi” kelimesinin karşılığı “el- sefinu” dur. Fakat bu ayette “el-cevari” kelimesi kullanılmıştır. Tercüme edildiğinde bu kelime de gemi olarak meallerde çevrilmektedir. Bu kelime cereyan etmek, akmak anlamına “Cerea” fiilinden türer. Eski Türkçe’de kullanılan “ceryanda (rüzgarda)kalmak da bu kökten gelir. Harfi cer ile kullanılırsa “cereyne” kelimesi de “gemilerin hoş bir rüzgar ile onları alıp götürdüğü..” anlamına gelmektedir. Yine aynı kökten türeyen “cariyetün” kelimesi ise gemi, bulut, rüzgar anlamlarında kullanılmaktadır. (Kaynak: Kuran’ı Kerim LŞügatı, Timaş Yayınları, syf:121)
_______________________________________________________________

_______________________________________________________________
iddia :

Nisa 78 ve 79. uncu ayetler birbiriyle çelişir.

Cevab :

Hemen ayetlere bakalım :

78. Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: "Bu Allah’tandır" derler, bir kötülüğe uğrarlarsa "Bu, senin tarafındandır" derler. De ki: "Hepsi Allah’tandır". Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?

79. Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter.

Şimdi gelelim açıklamaya:

Nisa 78 - 79 ayetlerine bakılarak bir çelişki iddiasında bulunuyorlar. İyilik ve kötülük Allahtan mı gelir yoksa iyilik Allahtan kötülük insanın kendinden mi gelir ?
Bu ayetlerde meal verilirken bir çelişki yaratılmıştır. Halbuki Arapçasında kelimeler farklıdır. Aynı cümle geçiyor gibi çevrilen iki ayetin birisinde "min indillâh" diğerinde "minellah" kelimesi geçmektedir.
Bunun manası, "her iyilik ve kötülük" hepsi Allah'ın "İNDİNDE, KATINDA"dır. Yani hepsini Allah var eder. Ancak sadece "iyilik" Allah'ın RIZASINDAdır. Kötülük insanın iradesinden gelir. Bu iki ayet bu iki ayrımı yapmıştır. Tercümanlar ise bunu farksız şekilde tercüme ettiği için çelişki gibi görünmüştür.




_______________________________________________________________

_______________________________________________________________
İddia :

Peygamberin 9 hatta 10 karısı olduğu söyleniyor bu tam bi sapıklıktır bunun açıklanması dahi olamaz müminlere en fazla 4 eş kendisine sınırsız
nasıl iş ?


"Hz. Muhammed kadınlara düşkün olduğundan dolayı peygamberliği ilan etti" diyenlere CEVAP.

Ilk olarak şunu söylemek istiyorum; Hz. Muhammed iddiayı ortaya atanların kafalarından geçirdikleri bir niyette olsaydı, Peygamberlik davasından dönmesi için Mekke’nin en güzel kadınlarını teklif eden Müşriklerin teklifini kabul ederdi.


1.1 İlk evlendiğinde 25 yaşındaydı, ve evlendiği hanımı 40 yaşındaydı. Evlilik teklifi de hanımından gelmişti.

1.2 Yaklaşık 15 yıl onunla evli kaldı ve başka kimse ile evlenmedi. Üstelik ilk hanımı Hz. Muhammed sav ile evlenmeden önce 2 defa dul kalmıştı.

- Kadın düşkünü olan birisi bir kadın ile uzun zaman beraber kalırmı? Bu kadın peşinde koşan birisine benzemiyor öyle değilmi..


2. İkinci evliliği Hz. Zevde ile gerçekleşti, rivayetlere göre onun yaşı 55/65 arasındaydı. Hz. Sevde yaşlı bir kadındı, kalacak bir yeri de yoktu, Hz muhammedde sav evine alıp onunla evlendi.

3. Hz. Huzeyme ile evlendiğinde, Hz. Huzeyme 60 yaşındaydı. Kocası şehit edilmiş olan, yalnız başına ve kimsesiz kalan birisiydi.

4. Hz. Ayşe hariç evlendiği hanimlarının hepsi dul kalmışlardı, coğu hanımlarının eski eşleri savaşda öldürülmüştü. Hanımlarda çoluk çocukla ortada kalmışlardı.

4.1 Hanımlarından sadece ikisi hariç(Ayse ve Zeynep ra), hepsinin yaşları 36yi geciyordu.

- Kadınlara düşkün olan birisi genç ve bakire olan birisini talep etmezmi?


5. Hz Muhammedin sav evliliklerinin hepsi ya sosyal reform yada siyasi bir amaç için yapıldı. Hiçbir zaman kendini düşünmedi yane.

5.1 Bazıları icin şaşırtıcı gelmiyor olabilir bu durum. Fakat bide kendinize sorunuz; siz yaparmıydınız tüm bunları? Başkası için kendinizi böyle bir şekilde feda edermiydiniz ?!

6. Yukarıda verdiğim örnekler gibi: Hz. Safiye Yahudi bir liderin kızıydı, evliliklerinden sonra Yahudiler ve Müslümanlar arasında barış sağlandı. Hz. Cüveyriye ile evlilik ile pek çok Müslüman esirin serbest bırakılmasını sağlamıştır.

- Gunumuzde bir insan sokaktaki ac bir kediyi evine aldiginda ovulurken, kimsesiz ve yaşli bir kadini evine alana, nasil olurda kadin duşkunu dersiniz?

Konuyu uzatabilirim, fakat mevzuyu anlamışsınızdır.Bırak kendi menfaati için çabalayan birisini, kendini başkaları için feda eden birisini görüyoruz...

Bu verileri incelediğimizde bu iddaanın, çok saçma olduğunu anlamışsınızdır umarım.




_______________________________________________________________
_______________________________________________________________
iddia :

Kuran 300 yıl önce değiştirildi

cevab :

Büyük iddialar büyük deliller gerektirir zaten delil yok ama biz yine Kuranın neden sonradan değiştirilme ihtimali olmadığını Şüphe kalmasın diye anlatalım ;

Topkapı da Ebubekir döneminde Toplatılan İlk Kuran var
bi de özbekistan da bi müzede var ama hatırlayamıycam şimdi Bide Kahire Kraliyet müzesinde sanırım
Karbon testi denen bi test var nesnenin yaşını belirliyor Fosillerde olduğu gibi Topkapıdaki Kuranın Karbon testi sonuçları 600 lü yıllarda yani Ebubekir Döneminde ait

Özbekistandaki Kurandan bir kare :
http://www.varbak.com/attachment.php?attachmentid=239&stc=1&d=1253784012

Bu çok basit bir iddia ama Son zamanlarda sadece konuşmak için knuşan kesim böyle şeyler iddia ediyor

Kur an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız. (15/Hicr suresi 9. ayet)


_______________________________________________________________
_______________________________________________________________
iddia :

Hac 75 ile İsra 95. ayetler birbiriyle çelişir

Hac 75 :

-Allah meleklerinden de elçi seçer,insanlardan da
İsra 95:
-
Eğer yeryüzünde melekler gezseydi,onlara peygamber olarak
melek gönderirdik

Cevab :

İsra suresindeki "elçi" kavramı ile Hacc suresindeki birbirinden tamamen ayrıdır. Peygambere inanmayan bazı insanların itirazları "neden gökyüzünü pırıl pırıl yapmıyor, neden uçmuyor"" gibi beyanlarda bulunmuştu. Bunun üzerine buna cevap olarak şu anlamda ayetler indi: Melek gibi bir peygamber gönderilse idi, onlara örnek olamazdı. Çünkü bir şeyi yapamadıklarında "örneğimiz olan peygamber zaten özel yetenektir" diyebileceklerdi. Böylece aynı şartlarda olmamış olacaktılar.
Yani insanlara tıpkı onlar gibi dişi kırılabilen, yemek yiyen, ölme ihtimali olan, evlenen aynı onlar gibi insan gönderildi. Onlara melek gönderilmedi. Melek gönderilmemesinin sebebi de buydu. İsra, 95'te de dendiği gibi onlar da Melek olsaydı, onlara yine aynı şartlarda olan Melek bir peygamber lazım gelirdi.
İnsanlara örnek olarak Melek peygamber gönderilmemesi ile "Meleklerden elçi olması" arasında derin bir fark vardır. Yani Meleklerden elçiler insanlara gönderilmez, peygamberlere Melek elçiler gönderilir. Yani bu Meleğin özelliği peygambere sadece buyrukları iletmesidir. Ona da tanımı gereği resul(elçi) denmekte, çünkü bir mesajı getirmektedir. Ancak ilk ayet olan İsra, 95'te bundan bahsetmemekte, insanlara örnek olan ve tüm insanlara gönderilen insan resulden bahsetmektedir. İkisi arasında fark vardır.
Dikkat edilirse ilk ayet ile ikinci ayet arasındaki fark şudur:
"öyle olsaydı ONLARA gökten bir melek resul indirirdik(İsra, 95) - MELEKTEN ELÇİ SEÇMİŞTİR(Hacc, 75)" (ayette resul kelimesi geçer, peygamber kelimesi değidir. Çünkü peygamber NEBİ kelimesidir, Resullerin tamamı peygamber değildir, peygamberin resulü(elçisi) de olur. Müslümanlar da resuldür, yani mesaj ileten elçilerdir. Melekler de resuldür, elçidir.)
Kısacası Melekten resul vardır, ancak Peygambere gelir. Ancak Melekten Peygamber yoktur, çünkü peygamber insanlara örnektir.

iddia:

Kurana göre müslümanların ilki
ali imran 67 de İbrahim
enam ,163 de musa
zümer 12 de Hz Muhammeddir sav

Kuran Allahın sözü ise böyle çelişkiler olmamalıdır değil mi ?

cevab:

Adem'in müslüman olduğu ayetlerden anlaşılmaktadır. Bu açıdan Kuran'a göre Adem'den itibaren tüm peygamberler müslümandı. Dolayısıyla hiçbir peygamber Adem dışında ilk müslüman insan değildi.

Ayetlerde İbrahim'in müslümanlardan olması(Ali imran, 67), Musa'nın "ben ilk müslümanım" demesi(Araf, 143) ve Muhammed'in ilk müslüman olma görevi(Zümer, 12) doğru anlaşılmamıştır. Her şeyden evvel Musa "ilk iman edenim" demiştir. Bu söz onun yeryüzündeki ilk mümin kişi olduğu manasına gelmek zorunda değildir. Kavmi içinde ilk iman eden kişi olduğunu ifade etmiştir. Muhammed'in de "bana müslümanların ilki olmam emredildi" ifadesi de, "kavminin ilk olarak teslim olanı" manasına gelir.

Bu tür ifadeler yanlış değildir, çünkü biz de bunu sıklıkla kullanabiliriz. Mesela, "okul açıldığında sınıfa ilk ben geldim" denirse, bunun manası "o gün için sabah erken saatte ilk giren olması"dır. Buradan sınıfın inşasından itibaren ilk defa oraya ayak basan kişi olduğu manası çıkmaz.

Muhammed, Musa'nın ifadeleri de böyledir. İlk iman edenler olmaları emredilmiş ve kavmine model olmuşlardır.
_______________________________________________________________
_______________________________________________________________
İddia :

Allah beni yaratırken bana mı sordu da beni imtihan edip cehennemle tehtid ediyor ? Bizim fikrimizi almadan kednnidimiz yaratılmış ve ona borçlu bulduk?

Cevab :

Bi kere Allaha iman etmeyen birinin bunu sormaya hakkı yok

1-

Bu sual yanlış: Ontolojik açıdan yanlış. Zira sual sahibi Allah-kul ilişkisini "insan-insan" ilişkisi üzerinden yargılıyor. Önyargılı bir yargı… Oysaki Allah ile insan ontolojik/varoluşsal açıdan farklı düzlemdedirler. Allah yaratan insan yaratılandır. Borçluluk ilişkisi de insan-insan düşleminden bakarak anlaşılamaz.

2-

İrade'yi dahi borçlusun ey insan? O irade sana verilmeden önce hangi iradeyle talepte bulunmayı düşünüyordun? Baksana bu itirazı yapmak için kullanıdğın tüm araçlar ona ait. Ona itirazda tutarlı olmak için, onun emanet ettiği araçlar dışında kullanacağım araçlar bul, onları kullan ki tutarlı olasın. Yoksa bu tutarlı olur mu?

3-

Ey sualinde "Belki ben imtihanı başaramamaktan korktuğum için ondan borç almak istemeyecektim. Şu anda fikrimiz alınmadan biz istemeden borçlu durumuna düşürüldük" cümlesini Kur’an kul! Sadece bu iki cümle içerisinde 19 kelime var. Bunlardan tam yedi tane kelime soruyu temelden tutarsız hale getiriyor. O kelimeler şunlar: "ben", "almak", "isteyecektim", "bizim", "fikrimiz", "biz, "istemeden"… Mesela "ben" diyorsun? Ben ile kastettiğin kendi varlığını hangi delile dayanarak ve ne cür'etle "borç" dışında tutuyorsun? Mesela "almak" ve "istemekten" söz ediyorsun. İyi ama isteme yetisinin kendisi borç değil mi? "fikrimiz" diyordun. O var etmeden önce sen yoktun ki, bir fikrin olsun. Dolayısıyla "fikrimiz" derken, gördüğün gibi ey kul, daha varlığınız öncesine bile fikren ulaşmakta acizlikler içindesin ve bu gayet doğaldır. Çünkü kendi yokluğun haline kendini inandıramıyor, öyle bir dili kurmakta acze düşüyorsun.



_______________________________________________________________
_______________________________________________________________

Bilindiği üzere Tarık Suresi 6 ve 7. ayetlere istinaden ileri sürülen “Kuran Çelişkisi İddiası”na göre omurga ve kaburga arasından bir sıvı olan meninin çıktığı söylenmekte ve bu bilginin bilimsellik ile uyuşmazlığı üzerinden İslam’ın hatalı oluşu temellendirilmektedir. Bu sayede İslam karşıtı fikriyatlar bu argüman ile haklılık kazanmayı ummaktadırlar.
Pek çok sosyal paylaşım sitelerinde İslamî meseleler ile beraber dine dair çokça konu tartışılmakta ise de doğru tartışma usul ve üslubunu bulmak çok güçtür. Bunun sebebi umumi efkarın “tartışma ilkeleri”ne yabancı olmasıdır. Misalen İslam gibi müdafaa ettiği fikriyatı bir kitaba, yani Kuran’a dayandıran sistemi eleştirmek için çok kereler “İslam Alimleri” kategorisindeki aslında “İslam Düşünürleri” diyebileceğimiz sınıf veya meşhurların görüşleri eleştirilmektedir. Evvela tespit edilmesi gereken şudur ki, yanlış bir bilgi alimin görüşünde var ise bundan İslam’ı sorumlu tutabilmek için Kuran muhtevasında da o yanlışın başka alternatifinin olmaması gerekir. Sadece alimin Kuran’dan anladığı düşüncesinin yanlışlığının gösterilmesiyle “İslam’ın yanlışlığı”na geçiş yapmak felsefede “ad hominem” diye bilinen bir tartışma hilesidir. Alman filozof Schopenhaurer tartışma ile ilgili tespitleri olan meşhur bir düşünürdür, bu hususta kıymetli takdirleri vardır. “Argumentum ad hominem” bir kişinin fikrini eleştirmeden, kişiliğiyle ilgili konudan ayrık başka meseleye atıf yaparak fikri çürütmeye kalkmasıdır. Misalen İslam bir alimin fikri ise, İslam’ı çürütmek isteniyorsa, bu alimin hataları gösterilerek bu yapılamaz. Bu “logical fallacy”(mantık safsatası)dır.
Bir diğer mantık hatası da “argumentum ad populum” adıyla bilinen “çoğunluğun görüşünü hakikat bilme” yanlışıdır. Alimlerin ittifakla kabul ettiği bir mesele delillerle çelişmesine rağmen doğru olmaz. Esas olan delillerin sayısı ve sağlamlığıdır, demokratik metodlarla ilmi tartışmalar gerçekleştirilemez. Bu açıdan İslami meselelerin kaynağın Kuran olması ile çözülmesi doğru, yerinde ve makul olur. Alimlerin görüşü değil, gerekçesi ileri sürülmelidir. İnsanların “oy hakkı” değil, “düşünme hakkı” vardır, alimler ise bu işte normal insanlara göre daha sıhhatli düşünebilirler. Bu açıdan onlara müracaat gerekli olmakla birlikte, gerekçesi dinlenilmeden sadece “oy birliği” esas alınmamalıdır. Taklid ile gelen bir görüşün hatası çoğu zaman göz ardı edilmiştir.
Örnek olarak inceleyeceğimiz Tarık suresi 6-7. ayetlerde atlanan birkaç nükteyi vurgulamak istiyoruz.
5. Fel yenzuril insânu mimme hulık (insan nasıl yaratıldığına baksın).
6. Hulika min mâin dâfik (fışkıran bir sudan yaratıldı).
7. Yahrucu(çıkar) min beyni(arasından) s-sulbi(bel kemiği) vet-terâib(kaburgalar).
Bu ayetlerde geçen “sulb” kelimesi Arapça’da “bel, omurga kemiği” manasına gelir. Bazı alimler bu ayeti “erkeğin beli” ile “kadının kaburgası” olarak anlamış oldukları için “sulb” kelimesine “soy, nesil” gibi manalar vermiştir. Buna binaen deyim de üretilmiştir: “anasının sütü, babasının sülbü” şeklindedir. Ancak “sulb” kelimesinin “bel kemiği”nden başka bir manası yoktur. Diğer manaları sözlüklerde mecaz olduğu belirtilerek yazılsa da ilk anlamından sonra eklenmiş ve alimlerin bu yorumuna istinaden ilave edilmiştir. Kanaatimizce burada yapılan hata “hem sulb(bel)ün hem de kaburganın bir kişiye ait olması ihtimalinin göz ardı edilişinden kaynaklanmaktadır. Arapça gramer kurallarına göre de bu mümkün değildir.
(1) Ayette “essulb” ve “etteraib” kelimelerine gelen “lam-ı tarif” lahikası bu kelimelere “belirlilik” manası verir. Bu kelimelerin erkek ve kadına nispet edilmesini düşündürecek bir “mülkiyet zamiri eki” yoktur. Sadece “kaburga ve omurga arasından çıkar” denmiştir, “kadının/erkeğin kaburgasından” gibi bir ifade kullanılmamıştır. Bu da ayetten bu organların iki cinse aidiyetinin düşünülmesi için açık bir karine olmadığını göstermektedir. Nitekim ayetlerin anlam itibariyle gelişi mananın açıklığa kavuşturulmasında çok mühimdir.
5-6-7: insan nasıl yaratıldığına baksın, fışkıran bir sudan yaratıldı. Bel ile kaburga arasından çıkar.
(2) Bu ayetler arasında Arapça fiil çekimleri açısından farklılıklar vardır. Altıncı ayette “mazi”(geçmiş zaman) var iken, yedinci ayette “muzari”(şimdiki, geniş zaman) fiil kullanılmıştır. Bu açıdan bu iki ayet aynı cümle değildir ve birleştirilemez. Bazı tercümelerde “kaburga ve omurga arasından atılan sudan yaratıldı” şeklinde iki ayet birleştirilmektedir. Bu sayede sanki “karın içinden su fışkırması” gibi bir yanlış anlaşılma ortaya çıkmaktadır. Bunu ise karşıt tezlerini samimi olmayan bir hahişkarlıkla kollamak isteyen İslam karşıtları sürekli malzeme olarak kullanmaktadırlar. Halbuki ayetlerin ikisi birbirinden farklı durumları anlatmaktadır.
5-6-7: insan nasıl yaratıldığına baksın, fışkıran spermden yaratıldı. (bebek annenin) bel ve kaburgası arasından çıkar.
Ayette yaratılmaya bir atıf yapıldıktan sonra tasvir olarak “fışkıran su” ifadesi kullanılmıştır. Bununla ilgili pek çok ayette “damla su(yasin, 77), parça et(hacc, 5)” gibi ifadeler de geçmektedir. Aşamalı bir anlatım vardır. Sperm, zigot, embriyo, bebek aşamalarından pek çok yerde diğerini atlayarak izah etmek ayetlerde vardır. Yine bunun gibi “spermden yaratıldı” dedikten sonra “bebek kaburga-omurga arasından çıkar” gibi bir anlam belirmektedir. Esasen “omurga ve kaburga arası” dendikten sonra akla ilk gelen şey zaten açıkça “bebek”tir. Bunun başka ihtimali de yoktur. Ancak bazı insanlar bu “fiil çekimi farklılığı”nı ve “mülkiyet zamirleri”nin olmayışı durumlarını göz ardı ederek omurgadan sperm fışkırdığını iddia etme meylindedir. Bunun imkanı yoktur. Spermlerin gelişimi için bazı sinirlerin belde olduğunu yönünde(Sızıntı, Şubat 2003 Yıl :25 Sayı :289) veya “mezonefroz medialinden gonad gelişimi” gibi üremenin embriyolojisine atıf yapılarak bu konu izah edilmeye çalışılmıştır. Bu izahların tamamı “sulb”ün erkeğe, kaburganın kadına ait olduğu varsayılarak çelişkili bir yola girilip yapılmıştır.
(3) Ayetlerde “mef’ul” insandır. Yani bahsedilen nesne aslında “sperm, bebek” vs. değildir. Aslında bu baştan düşünülseydi mesele kalmayacaktı, ayetlerde insanın yaratılışından bahsedildiğine göre insan kelimesini cümleye koyduğumuzda anlaşılması daha kolay olacaktır;
5-6-7: insan nasıl yaratıldığına bir baksın, (insan) fışkıran spermden yaratıldı. (İnsan) belle omurga arasından çıkar.
Bu şekilde insan nesnesi belirtildiğinde çok daha anlaşılması kolay olmaktadır. Orijinal Arapçası için bir sorun olmamakla beraber tercümelerin ortaya çıkardığı mana kayıpları bu tür belirtmeleri gerektirmektedir. Zira Arapça’da eklerin, çekimlerin detayı tercümeye yansıyamayabilmektedir. Netice itibariyle ne spermin omurgadan çıkması gibi bir kasıt vardır, ne de omurga erkeğe ait bir organ olarak anlatılmıştır. Tamamen bütüncül bir bakış ile diğer detaylar gözden kaçırılmadığı sürece mana çok açık ve nettir.

_______________________________________________________________
_______________________________________________________________ iddia:

kuranda kehf, 86. ayette güneşin denizde battığı yerden bahsediliyormuş. bu da bilime aykırıymış ve güneş aslında dünyanın çevresinde dönermiş, bunu bilmeyen kişi bu ifadeyi yazmış.

cevap:

arapça dilinde suda batmak ve güneşin batması farklı kelimeler ile ifade edilir. eğer ateistlerin iddia ettikleri gibi, ayette güneşin bir balçıkta batar gibi battığını kastetmiş olsaydı, kesinlikle "gark" kelimesini kullanırdı. oysa ki, güneşin batması "garp" fiili kullanılmıştır(kehf, 86). bu da kast edilen mananın ne olduğunu açık eder. bugün bilimsel makalelerde meteoroglar da "güneşin batması" olarak ifadeler kullanır. bu "görsel tasvir" şeklinde kullanılan bir terimdir.

kuran'da da zaten "garp" kelimesi kullanılmış ve "güneşin battığı yer" denilmesi insanların gözlemlerine atfen zikredilmiştir. suda batmaktan bahsedildiğinde, misalen firavun'un suda boğulması(baraka, 50) örneğinde olduğu gibi "gark" kelimesi kullanılır.

İlgili Video :
https://www.youtube.com/watch?v=LpR5LrZhHJg
_______________________________________________________________
_______________________________________________________________


Allah'ın verdiği renge uyun; rengi Allah'ınkinden daha güzel olan kim vardır? "Biz O'na kulluk edenleriz" deyin.(Bakara 138 )

Yukardaki ayet gibi 3. ağızdan konuşulan bir sürü ayet var .
Kuran edebi bir kitaptır. Arapça yazıldığı için içinde Arapça söz sanatlarını barındırır. Bazı ayetlerde "de ki" ifadesi(kul) kullanılmadan denmek istenen verilir. Bazılarında "dedi" ifadesi(kalu) olmadan aktarılan beyan edilir. Bu aslında özellikle böyle yapılmıştır.

Arapça'nın "iltifat sanatı"nda kullanılan bu ifadelerde özne, nesne bazen söz anlatımı sırasında değişir. Bu konu yeni değildir ve yüzyıllardır işlenmiş ve üzerine kitaplar yazılmış bir sanattır. Arap dünyasında da çokça bilinen bir sanattır. Türkiye'de Kuran içindeki İltifat Sanatı örnekleri üzerine yapılan ilmi çalışmalar ve incelemelerden bazıları şunlardır:

(1) Durmuş, İsmail, ‚İltifat‛, DİA, İstanbul, 2000, cilt: XXII, s. 152-153;
(2) Mollaİbrahimoğlu, Süleyman ‚Kur’ân-ı Kerîm’de İltifat Sanatı‛, Diyanet İlmi Dergi, cilt 33, sayı: 1, 1997, ss. 15-35;
(3) Özdemir, Abdurrahman, ‚Kadîm Bir Söz Sanatı: İltifat ve Kur’ân’da İltifat Örnekleri‛, İslâmî İlimler Dergisi, yıl: 1, sayı: 2, 2006;
(4) Kadir Kınar, Belağatta İltifat, Bilimnâme (Düşünce Platformu), Kayseri, 2006, VII/2, s.75-106;
(5) Dağ, Mehmet ‚Kur’ân’da Üslûp Diyalektiği: İltifat (Zamanlar ve Şahıslar Arası Geçiş) Salkımsöğüt Yay., 1. Bas. Ankara, 2008.

5. çalışma bir doktora çalışmasıdır. Buradan çok daha detaylı analizler edinilebilir. Türkiye dışında da bir sürü eser bu konu üzerine yoğunlaşmıştır. İlk dönemlerdeki iltifat sanatı üzerine yazılan eserler şunlardır:

(1) İbn Kuteybe, Te’vîlü Müşkilu’l-Kur’ân, Şrh ve nşr. Ahmet Sakr, Dâru’t-Turâs (2. baskı) Kahire, 1393 s. 275-298;
(2) Ebü’l-Ferec Kudâme b. Ca‘fer, Nakdü’ş-Şi’r, thk. Abdülmü’min Hafacî, Dârül-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrut, trs., s. 150;
(3) Usâme b. Mürşid b. ‘Ali b. Munkız el-Bedî‘ fi’l-Bedî‘ , thk ve tkd. Abdullah Ali Mühennâ, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut, Lübnan, I. Baskı, 1407/1987, s. 287;
(4) Ebü’l-Abbâs el-Müberrid, el-Kâmil fi’l-Lüga ve’l-Edeb, II, 729;
(5) Ferrâ, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd, Me‘âni’l-Kur’ân, ‘Âlemül-Kütüb, 2. b., Bey-rut, 1980, c. I, s. 60- 195, 460;
(6) Ebû Ubeyde Ma‘mer b. El-Müsennâ, Mecâzu’l-Kur’ân, thk. Fuat Sezgin, 1380/1970, (2. baskı) c. I, s. 11, 28, 252, 273, II, 139;
(7) Sekkâkî, Miftâhu’l-‘Ulûm, nşr. Nuayme Zerzûr, (II. baskı) Beyrut 1407/1987, s. 199;

Ayrıca "kul(de ki)" ve "kalu(dedi)" ifadeleri Kuran'da eşit sayıda geçmektedir. Bunu kontrol etmek isteyenler Abdullah Ahmetoğlu'nun tercüme ettiği "El Mu'cem el Mufehres li Elfaz el Kur'an el Kerim" adlı esere internet üzerinden de erişebilir. İki kelime Kuran'da 332'şer defa geçer. Bazı nüshalarda 332-331 şeklinde olduğu tespit edilse de en eski Nüshalarda 332-332 eşit geçer, yani bir imla hatası yapılmıştır. Ancak manasını bilenler bunu düzeltebilirler, bu da Arapça bilenlerin basitçe yapabileceği bir şeydir.


_______________________________________________________________
_______________________________________________________________

Öncelikle İlgiliVideo :
https://www.youtube.com/watch?v=CI9x-08a9Z8&feature=c4-overview&list=UUwnNQe4rhL6OWAa-roYppFg


Kuran'da birçok ayette yeryüzü hakkında tasvirler vardır, ayrıca yeryüzünde kesin olarak iman edenler için deliler olduğu bildirilmiştir(Zariyat, 20). Yeryüzünün uzatıldığına dair ayetler vardır(İnşikak, 3) ki bunlar "kıyamet zamanında bozulan dünya"yı tasvir eder. Mevcut olanı tasvir etmez. Öte yandan yeryüzünün düzleştirilmiş olduğu da ifade edilir(Ğaşiye, 20). Düz olmak yuvarlak cisimlerin de özelliği olabileceği için bu ayetlerden tam olarak dünyanın şekli hakkında bir kanaate varılamaz. Çünkü dünya bir masa gibi düz de olabilirdi, kürenin çevresinin düzleşmesinden de bahsediliyor olabilirdi. O bakımdan daha detaylı düşünmek gerekir.

Ğaşiye suresi 20. ayette "satıh" kelimesi kullanılmıştır, yani yerin düzleştirilmiş olduğuna dikkat çekilir. "Satıh" kelimesi "bir şeyin dış yüzü, evin damı, genişlik, düz" gibi manalara gelir. Yani dünyanın yeryüzünün genişletildiği ve yayıldığı ifade edilir. Dünyanın yüzeyi ile şekli arasında bağlantı kurulamaz. Kuran'ın başka ayetlerinde de "gecenin gündüze sarıldığı" ifadeleri vardır(Zümer, 5). Bu ayette ise "yükevviru" fiili kullanılmıştır ve "küre" kökünden gelir. Yani gece gündüze "yuvarlatılmış"tır. Bu da dünyanın şekline işaret etmektedir. Naziyat suresinde yeryüzünün yayıldığı söylenmektedir(Naziyat, 30). Bu ayette "dehaha" kelimesi "udhiy, dahv" köklerinden gelir ve "deve kuşu yumurtası" manasıyla ortak kullanılır. Yani yuvarlatma ile döşeme anlamına gelir ve bu da dünyanın şekline atfen söylenmiş olabilir.

Kuran ayetlerinde dağların da bulutlar gibi hareket ettiği geçmektedir(Neml, 88). Bu düz dünya profiline uymamaktadır, çünkü bu şekilde dağların gideceği bir yer yoktur. Mecburen dağların döndüğünü ve en azından dünyanın tepsiyse bile yuvarlak bir tepsi olduğunu düşünmemiz gerekecektir, ancak küre şekli de buna birebir uymaktadır. Yani bu ayet dünyanın şekli varsayımlarını daraltmakta ve "küre" şeklini içine alan ihtimalleri azaltmaktadır.

Kuran'da aynı zamanda kıyametin ansızın kopacağı belirtilmekte(Zuhruf, 66) ve "bağtatan(beklenmedik)" kelimesi kullanılmaktadır. Ek olarak kıyametin gelmesinin hem gecede hem de gündüzde olacağından bahsetmektedir(Araf, 97-98). Birden olacak bir hadisenin iki farklı zamandaki insanları aynı anda yakalaması ancak bir "küresel dünya" modelinde mümkündür. Bu da dünyanın şemali hakkında
Kuran'daki bilgiyi gösterir.

_______________________________________________________________
_______________________________________________________________
iddia:

islam sadece inanmamızı emrediyor, islama göre düşünmek ve sorgulamak şeytan işidir

cevap:

Bu iddia Kuranı bimeyenlerin ya da islamı kulaktan dolma bilenlerin ağzından çıkacak bir iddiadır.

Bu iddiayı Kuran'dan bir örnekle ele alalım.

Kuran'da cehenneme gidecek olanların pişmanlıklarından ve Allahın bunlara nasıl cevap vereceğinden haber veriliyor.

Fatır suresinin 37. ayetine göre cehennemlikler şöyle diyecekler:

''Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım!''

Yine Fatır suresinin 37. ayetine göre Allah bu insanlara şöyle cevap verecektir:

''Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi?''

Demek ki cehenneme gitmemek için... doğru yolu bulmak için düşünmek gerekiyormuş.

Ayete dikkat edin normal bir cevap yerine soru sorularak cevap veriliyor. ''Eğer düşünseydiniz cehenneme gitmezdiniz'' de diyebilirdi. Fakat ayetin bu şekilde bir yapıya sahip olmasında muhteşem bir incelik var. Bununla hem nasıl cevap verileceğini bilmiş oluyoruz hem de bizim sorgulamamız sağlanıyor. Daha fazla düşünmemiz için ayetin önü bir nevi açık bırakılıyor.





_______________________________________________________________
_______________________________________________________________


iddia:

Eğer bir ateist çok ''iyi'' ise yine de tanrıya inanmadığı için cehenneme gitmesi mantıklı mı ?

cevap:

Evet mantıklıdır (çünkü bir şeyi mantıklı yada mantıksız yapan o şeyin gayesidir.) Şimdi bunun neden mantıklı olduğunu açıklayalım.

Bir biyoloji sınavının ingilizce olduğunu düşünün. Eğer ingilizceniz yoksa biyolojide çok iyi olsanız bile kazanamazsınız o sınavı. Eğer hem ingilizceniz hem de biyoloji bilginiz varsa o sınavı iyi yaparsınız. Eğer ingilizceniz iyi ise fakat biyoloji bilginiz yoksa yine de o sınavı kazanamazsınız. Yani ingilizce bildiğiniz taktirde biyoloji bilginiz bir şey ifade eder. Aynı şekilde islamda da iman edildiği taktirde iyilik bir şey ifade eder. Tabi burda iyilik olmadan da olmayacağını unutmamak gerek.

Peki Allah kendisine iman edilmeyi neden ilk plana koymuştur ? Bunun en büyük sebebi yaratana inanmanın insanların doğasında mevcut olmasidir. Antropolojiye dayanan bilimsel araştırmalar bunu kanıtlamıştır (bkz: http://tiny.cc/jsxoxw)

Bristol Üniversitesinden Dr. Justin Barrett yapılan araştırmalara dayanarak şunu söylüyor: ''Eğer bir avuç çocuğu bir adaya atsak ve onlar da kendi kendilerine büyüse, eminim Tanrı’ya inanacaklardır''.

Eğer bir yaratana inanmak zaten insanların doğasında varsa bunun ilk planda tutulmasından normal ne olabilir ??

Son olarak ''iyi'' kelimesini neden tırnak işareti içinde yazdığımızı açıklayalım. Daha doğrusu bir ateist için bu durumu mantıksız bulmanın neden sakat bir mantık olduğunu açıklayalım.

Ateizm açısından iyilik temellendirilemez. Mesela ahmete göre yalan söylemek iyi olabilir ama mehmete göre yalan söylemek kötü olabilir. Bir ateist yalan söylemek kötüdür fikrine sahip olabilir fakat bu fikrini bir temele dayandıramaz. Evrimsel adaptasyon gibi şeylere bağlayabilir fakat bunlar hep bir sonuçtur. Bir sebep değil !

Yani ateizm açısından iyilik diye bir kavram bile yoktur aslında. Belki bir ateistin kendi kendine ''iyilik'' diye tanımladığı yaratana göre kötüdür ?

Daha iyilik bile temellendirilemezken yaratana inanmayan ''iyi'' ateistlerin cehenneme gidecek olması nasıl mantıksız bulunabilir ?

Ayrıca temellendirilemediği için ateistlere şu soruyu sormak yerindedir:

Eğer bir yaratan var ise ona inanmamak kötülük değil mi peki?

Fakat şunu da hatırlatmakta fayda var. Allah zilzal suresinin 7. ayetinde ''KİM zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu karşılığını görür'' diyor.

Ayette ''kim'' diye hitap edilerek tüm insanlardan bahsedildiği için ateistler bile iyiliklerin karşılığını alacaklardır. Bir ateist ne kadar çok iyilik işlerse o kadar az ceza alacaktır.


_______________________________________________________________
_______________________________________________________________


İddia : Allahın meleklere ne ihtiyacı var ki ?

cevab :





Meleklerin Varlığı ve Özellikleri
"Her şeye gücü yeten, bir şeyi yapmak için ol demesi yeterli olan Allah'ın bazı işler için melek denilen aracı görevi gören bilinçli, düşünen varlıklar yaratması saçmadır." şeklinde bir iddia ile tenkid edilmiştir.
Varlık için Allah her ne emretse bu dolaylı olacaktır. Misalen bir kazayı doğrudan Allah'ın emretmesi ve kazanın vuku bulması durumu olsaydı her tasavvur, tahayyül ve tefekkür istidadı olan insan bunu belki de bir taşı arabanın önüne koyarak yapacağını düşünürdü. Halbuki burada da bir dolaylama vardır. Taş vasıtasıyla bir işi ifa etmek o işin taş tarafından yapıldığı manasına veya işi yapanın taşsız o işi yapamadığı manasına gelmez. Bu tenkid o kadar geniştir ki, her harekette bir doğrudan olmak şartı arar. O yüzden geçersiz ve mantıksızdır. Bir işin olması sebeplerledir. Bu sebeplerin son noktası da Allah'tır. Müsebbib-ül Esbab diye isimlendirilmesinin de sebebi budur. Mesela, oksijenin artışı için fotosentetik canlıların var olması nasıl dolaylı etkiye örnekse, yine meleklerin işlerini ika eylemeleri sürecinde bunun gerçek failinin Allah olması da dolaylı etkiye örnektir. Bununla beraber her oluşta iradesinin olması iktidarından bir şeyi dolaylı etkiyle gerçekleştirmesi ile bir şey kaybettirmez.
Varlığın şartlarından birisi vücuddur. Her işi Allah doğrudan halletse idi, Allah'tan başka varlığa imkan kalmazdı. Bunların bir sistem halinde olması da mecburen bazı işleri gerçekleştirmesini zaruri kılar. Yani aslında melekler ayır bir konu değildir. Her canlı, cansız, büyük, küçük varlık bir şekilde Allah'ın yaptığı şeyleri onun vasıtasıyla veya etkisiyle yapar. Burada iktidar azalması durumu mantığa mugayirdir.
Ek olarak 4 büyük melek inancını sorgulamak yerinde olur. 4 büyük melek İslam'ın ortaya koyduğu bir şey değildir. Esasen 4 büyük melek diye de bir şey yoktur. Kuran'da sadece Cebrail ve Mikail meleklerinden bahsedililr. İsrafil ise sadece hadislerde geçer. Azrail diye bir şey yoktur. Ne kuranda, ne hadislerde ne de İncil ve Tevratta ismine rastlanmayan bu melek ismi Diyanet Ansiklopedisi'ne göre dine İsrailiyattan giren bir efsanedir.
Secde suresi 11, Enam suresi 61. ayetlere bakılırsa, kuranda geçen "melekül mevt" yani ölüm meleği ifadesine göre bu meleklerin sayısının çok olduğu görülmektedir. Azrail diye bir isim olmadığı gibi, ölüm meleğini bir tane melekmiş gibi tasvir etme durumu Kuran'a ters bir tasvirdir. Yani ölüm melekleri en az Arap dil kurallarına göre 3 tanedir. Bir hadise göre de bunların görevleri ayırıdır ve her insana ayrı ayrı gönderilir.
Ayrıca tenkidin bir kısmında "ruh" mefhumunun günümüz bilim anlayışında kabul görmediğine atıf vardır. Bunu hangi kaynaklara göre söylemekte oluğunu sorgulamaksızın böyle bir vaziyetin olmadığını belirtmek isteriz. Zira ruh-beden dualizmi hala filozoflarca tartışılmakta olan bir konudur. Bunun için son sözü söyleyen bir bilim cemiyeti putperestliğinde herkes özgürdür. Böyle bir şeyi hiçbir bilim adamı söylememekte ise de bazı insanlar kraldan çok kralcılık yaparak iddia sahibinden de cesur şekilde hahişkar iddialarda bulunmaktan zevk almaktadır. Bununla egosunu tatmin etmektedir.
Ruh-beden dualizmi ile ilgili çeşitli görüşler vardır. Materyalist düşünürler hala bilincin nasıl bu kadar karmaşık şeyler yapabildiğini izah edememişlerdir. Bunun izahının ve ilerde yapay zekanın keşfinin yapılabileceğini iddia etmektedirler. Ancak bilincin anlaşılması kanaatimizce imkansızdır. Bunu birkaç misalle izah edelim:
Yaşayan en iyi matematikçi ve fizikçisi kabul edilen Roger Penrose, matematikteki basit konuların, örneğin doğal sayıların matematik ile anlaşılmadığını söylemektedir. Yani çocuklar sayıları anlamakta matematiksel metodları kullanmazlar. Bu da olup biteni anlamak ile matematiksel hesaptan farklı olduğunu gösterir. Bunun manası matematik anlayışının matematikleştirilemediğidir. Bu da bilgisayar ortamına aktarılamayacak bir bilgi ve anlayış olduğunu gösterir. Bilgisayar ise matematiksel kodlarla çalışır. Asla bir bilgisayarı bilinç düzeyine aktaramayacağımızı gösterir. Bununla ilgili materyalist ümitler sadece laf kalabalığıdır. Teorik olarak imkansızdır.
Bu yüzden zihni mevcut zihnimizle asla tam olarak anlayamayacağımız kabul edilmelidir. Mesela bir elektronu gözlemlemenin imkansız olduğunu söyleyen kuantum teorisinin kurucularından olan Heisenberg'in düşüncesi ile analoji kurabiliriz. Biz nesneleri ışığın nesneye çarpıp gözümüze gelmesiyle görürüz. Ancak elektron da ışıksa bunun imkansızlığı ortaya çıkar. Tek bir elektronu asla göremeyiz. İşte bunun gibi, kendi zihnimizi zihnimizden seyredemeyiz. Bu indeterminist yaklaşıma göre ruh-beden dualizminde emin olunulduğunun iddia edilmesi sadece bir zandır. Gerçeklere dayanmamaktadır.
Ruhun olmadığını iddia etmek bu sebeplerden anlamsızdır. Ancak bunun olduğunu kabul etmek belli kriterlere dayandırılarak ispat edilebilse de asıl can alıcı kısmı bu ruh yapısının maddi cevherin dışında farklı bir yapısının olup olmadığı meselesidir. Yani ruh varsa, bunun madde mi yoksa başka ayrı bir cevher mi olduğu konusunda net bir bilgi elde edilemez. Kuran'da ise ruh kelimesi geçer ancak ne olduğu konusunda çok bilgi verilmez. Kanaatimizce ruhun varlığı dolaylı ispat yöntemleriyle ispat edilebilir. Ancak mahiyeti bilinemez. Ancak konu dışı olduğu için girmiyoruz.
Son olarak sadece madde ile tat almanın, gıdıklanmanın nasıl olduğu günümüz bilimiyle de tam olarak bir muammadır. Moleküler yapıyı izah etmek, bunun neden olduğunu izah etmek değildir.
Netice itibariyle melekler hakkında bir düzeltme yaptıktan sonra varlıklarının da bir problem teşkil etmediğine işaret etmek isteriz. Dolaylı etkiler her yerde vardır. Melekler de bu etkilerden sadece biridir. 4 büyük melek inancı İslam'a ait değildir. İslam'ın kaynağı kurandır. Hadisler ise kuranla çelişiyorsa "mevdu hadis" yani uydurma sınıfına girer.



_______________________________________________________________
_______________________________________________________________



iddia : İslam şiddet dinidir çünkü islama göre dinden çıkan öldürülür

cevab :


islam şeriatında "recm" cezası yoktur. bundan sonra herkes söylediği söze dikkat etsin. kurana ters olan şeylerle islamı itham etmesin. yapılanlar müslümanları ilgilendirir, islamda öyle bir saçmalık olamaz!
birazdan islami gerçeklerin kuran ışığında incelenmesi merhalesinde şahit olacağınız yalanlar, gayet açık ve müdellel bir surette tartıp dökülecektir. lütfen itinayla inceleyip adil bir muhakemeye tabi tutunuz.
yıllarca islam şeriatının akaidine müteallik pek çok yalan, gerek mezhep imamlarınca, gerek mütehayyizan din alimlerince, gerekse geleneksel din anlayışına sahip cahil topluluklarca gerçekmiş gibi beyan edildi. bunların bir kısmının "kast-ı mahsusa"sı ajanlık olarak vazifeli olmalarından neş'et etse de, hakkını yemek istemediğim bir kısım cahil alimler ise bilmeden ve kasıtsız bir şekilde bu oyuna alet oldular.
ta ki, kuran temelli, gerçek islam ortaya çıkıncaya ve insanların yüzlerini uydurma hadislerden, gözlerini alimlerin dudaklarından çevirip kuran okuyarak ayetler arasındaki bağlantıyı çözünceye kadar...
recm cezası bilindiği gibi, zina eden kadının taşlanarak öldürülmesidir. bu şekilde ahkam-ı şer'iyye kötülenmiş, insanlık dışı tatbikatlarıyla işlenilen günahların cezası islama kesilmiştir. birkaç sıfatına tükürülesi insan uydurmuş ve bu psikopatlık sanki islamdanmış gibi lanse edilmiştir.
evvela zina cezasının kurani hükmüne bir göz atalım:
nur suresi 2. ayette "zina eden kadın ve erkeğe 100 sopa vurun" ifadesi geçmektedir. bunun sebebi yaptıkları iğrenç davranışın pişmanlığının unutulmaması ve sürekli kalarak kendilerini o çirkin davranıştan ebediyyen sakındırması için, toplum önünde hem rezil edilmeleri, hem de belli miktar acı çektirilerek ceza almalarıdır. ancak ve ancak sadece müslümanlara tatbik edilen bir cezadır.
binaenaleyh, bügünkü recm yani taşlayarak öldürmenin olamayacağı nisa suresinin 25. ayetiyle sabit olur. zira bu ayette "evliliğe geçen hür olmayan kadınların zina etmesi halinde, hür kadınlara tatbik edilen cezanın yarısı tatbik edilmelidir" şeklinde bir ifade vardır. eğer "recm" yani öldürme cezası evli kadınlar için mümkün olsaydı, bunun yarısı ne olacaktı? öldürme cezasının yarısı olmaz. demek ki evli olsun, bekar olsun her hür kadının ve erkeğin zina suçunun cezası 100 sopadır. ölüm cezası yoktur. hür olmayanların ise 50 dir.
ancak bugün sözde şeriat ile idare edilen sözde müslüman ülkelerde zina edenler taşlanarak öldürülmektedir. bu ise islama atılan çamurlara sebep olan baş saiktir.
bir de şu detay vardır ki, "recm" yani taşlanma cezası cahiliye devrinde vardır. islamla yakından uzaktan alakası yoktur. kuran'dan taşlama ile ilgili ayetlere bakalım:
(1) meryem suresi 46. ayet: (putperest babası)"ey ibrahim! dedi, sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım! uzun bir zaman benden uzak dur!
(2) şuara suresi 116. ayet: dediler ki: ey nuh! (bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşlanmışlardan olacaksın!
(3) duhan suresi 20. ayet: (musa firavuna) "ben, beni taşlamanızdan rabbim ve rabbinize sığındım."
(4) kehf suresi 20. ayet: (ashab-ı kehf) "çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler yahut da sizi kendilerinin milletine döndürürler. o takdirde bir daha asla kurtulamazsınız."demek ki taşlama ve bu şekilde öldürme ancak kafirlerde, putperestlerde görülen bir adetmiş. asla ve kat'a müslümanların bunu tatbik edemeyeceği kuranla sabittir. isteyen uydurma hadislere kurandan fazla inanıyorsa inansın. netice ortadadır ki yıllarca insanlar müslüman geçinerek cehennemi hak etmişlerdir.



Mürted


soru:

islama göre dinden çıkan öldürülür mü ?

cevap:

Hemen cevabını vererek başlamak istiyorum. İslama göre dinden çıkan kesinlikle öldürülMEZ !! Birazdan bütün kanıtlarını vereceğim.

Bu konuda çok açık deliller vardır. Bu iddiadan prim elde etmeye çalışan ateistlerin objektif olmadıklarını birazdan göreceksiniz.

Kur'an'dan başlayarak hadislere doğru gitmek istiyorum. Kur'an ne diyor ? Kuran'da dinden çıkanın öldürüleceğine dair bir tane ayet bile yoktur. Tam aksine dinden çıkanın öldürülMeyeceği bir çok ayetten anlaşılmaktadır.

Kur'an:

- ''dinde zorlama yoktur'' (Bakara suresi 256)

/// Dikkat bu ayet ''.... hariç'' demiyor !

- ''Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.'' (Bakara suresi 217)

/// madem dinden dönenin öldürülmesi gerekiyor öyleyse ''ölürSE'' ne demek oluyor ? Ayrıca bu ayette sadece bu insanların amellerinin boşa gideceği ve bu insanların cehenneme gideceği bildiriliyor. Ölüm gibi en ağır olan hükmü Allah neden bildirmesin ?

-“İnandıktan sonra kâfir olan bir toplumu, Allah hiç yola getirir mi? Üstelik onlar o Elçi’nin doğru olduğuna şahit olmuşlar ve kendilerine açık belgeler de gelmiştir. Allah zalimler topluluğunu yola getirmez. İşte onların CEZASI, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanlığın lânetine uğramalarıdır. (Ali imran 86-87)

/// Bu iki ayetten dinden dönenin cezasının ölüm olmadığı çok rahat anlaşılmaktadır. Spesifik olarak cezalarının ne olduğu yazmaktadır.

-''İman edip sonra inkâr edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârlarını arttıranları Allah ne bağışlayacak, ne de onları doğru yola iletecektir.'' (nisa 137)

-''Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?'' (yunus suresi 99)

Görmüş olduğunuz gibi Kurana göre herkes din tercihinde özgürdür ve değiştirmesi durumunda bir ceza hükmü yoktur. İslamın bilmeyen bir profesörün eline Kur'an verirseniz ve bu kişiye Kurana göre dinden çıkanın öldürülüp öldürülmeyeceğini sorursanız size vereceği tek cevap ''öldürülmez'' olacaktır.

Gelelim bu iddianın kaynağına ve hadislere.

Peygamberimizin ''kim dinden dönerse onu öldürün'' dediğine dair bir rivayet mevcut. Bu iddiaların kaynağı bu rivayettir. Fakat ilginç bir durum var. Peygamberimizin bir tane dinden dönen sahabeyi öldürmediğine dair açık bir rivayet te vardır. Hem öldürmediğine birçok kişi şahit olmuştur çünkü bu hadise birçok kişinin gözü önünde fetih günü gerçekleşiyor. Abdullah İbnu Saad diye bir sahabe dinden dönüyor ve öldürülmüyor.

(bkz: [Ebu Dâvud Hudud 1, (4358); Nesâî, Tahrimu'd-Dem 15, (7, 107)

Yani bu hadis sadece Kur'an ile çelişmiyor aynı zamanda başka bir hadisle de çelişiyor. Dolayısıyla asla gerçek olamaz.

Zaten eğer sadece öldürün diye hadis olmuş olsaydı bile Kuranla çeliştiği için gerçek olamazdı. Tarihte bu konuda yanlış fetva vermiş olan alimlerimizdeki sorun bilmemelerinden kaynaklanmıyor, sorgulamaya cesaret etmemelerinden kaynaklanıyor.

Peygamber efendimiz şöyle demiş olabilir: ''Kim dinden dönüp te düşmana sığınıp müslümanlara karşı savaş açarsa onu öldürün'' ve zamanla bu cümle tahrif olup günümüze ''kim dinden dönerse onu öldürün'' diye eksik bir şekilde gelmiş olabilir.

Ama görmüş olduğunuz gibi islama göre kimsenin sırf dini tercihi için öldürülMeyeceği gayet açıktır.

Dinden çıkanın öldürülmesini bırakın dine küfür eden için bile ölüm emri yoktur

bkz: ''sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir.'' (Ali imran 186)

_______________________________________________________________
_______________________________________________________________


iddia : nur suresinde miras paylaşımı konunda matematik hatası yapılmıştır .

cevab :



kuranda miras(tereke) taksimi için tatbik edilen usulün zaman içinde yozlaşması akabinde gerçekleşen hataların matematiksel olarak bir yanlış olarak telakkisini irdeleyen cevaptır.
kuranda miras paylaştırması(taksim) ayetler beraberce düşünüldüğünde zaruri ve mecburi olan bir mantığa götürmektedir. ilk bölüm olarak bunun yanlış anlaşılmasının sebepleri üzerinde duralım.
kuranda geçen karıya 1/8, kızlara(2 den fazlayken) 2/3, anne ve babaya 1/6şar vs. pay verilmeye kalkışılması ile toplam olması gereken 1 paydası aşılmakta ve 1,125 gibi hatalı bir sonuç çıkmaktadır. islamın tasvir ettiği allah mefhumuna göre kuran ilahi bir kitap olduğuna göre, allah ın da matematik bilmeme gibi bir durumu olamayacağına göre bu kuranda bir tezad olarak görülüyor ve bir insan uydurması neticesine varılmaktadır. bu problem çok eskidir. bunu çözen ve ismine "avliyye" denen bir metod vardır. evvela avliyye meselesini tanıtmak lazımdır.
"avl" kökünden gelen bu kelime "taşmak, bozulmak" manalarındadır. tereke taksiminde bir problem olduğu zaman tatbik edilmiştir. mesele şöyledir:
1/8 + 1/6 + 1/6 + 2/3
yani
3/24 + 4/24 + 4/24 + 16/24 = 27/24 (24/24 olması gerekirdi)
avliyye yapılırken ise her payda pay kadar yapılır:
3/27 + 4/27 + 4/27 + 16/27 = 27/27
bu çözüm şekli ilk bakışta meseleleri çözmüş gibi görünse de aslında diğer ayetlerle çakışmaktadır. bunun bir sebebi kızların her birine düşen tereke miktarının, kızların 2den fazla olması durumunda erkek sayısı arttıkça erkeklerin her birine düşene göre çok fazla olmasıdır. zira erkek payı kız payının 2 katı olması kuralı nisa suresi 11. ayette temel kural olarak görülmektedir. bu sebep ve her varisin tereke nispetinin düşmesi bu tatbikatın yanlışlığını göstermektedir. avliyye tatbikinin yanlış olduğunu çok kişi daha evvel söylemiştir. ibni abbas, ibnül hanefiyye gibi alimler avliyye yerine başka tatbikatlar serdetmişlerdir.
ancak bugün 4 mezhebin hanefi, şafi, hanbeli, maliki tamamında avliyye vardır. ancak bunun kuran ayetlerini okuduğumuzda kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur. pek çok çelişkisi ortaya çıkmaktadır. maddeler halinde kurandan çıkarılan hükümleri irdeleyelim ve meselenin aslına doğru bir yolculuğa çıkalım.
1. tespit:
"kız çocuklarının 2den fazla olması durumunda 2/3 nispetinde verilen hükmün, ayetin(nisa11-12) başındaki erkeğin kadına göre 2 katı olması gerektiği hükmüyle uzlaşabilmesi için kızların erkek kardeşlerinin olmaması gerekir."
ilk tespite binaen denilebilir ki 2/3 hadisesi sadece kızlar tek iken tatbike açıktır. başka bir ihtimal ve imkan görünmemektedir. kızlar 2 ve fazla sayıda ve erkek olmadığında terekeden pay edilirken sonra izah edileceği gibi 2/3lük bir hisse alacaktır. yine buna benzer 1 kız tek başına olduğu vakit de 1/2lik bir hissesi olacaktır.
bunun dışında herhangi bir meselede erkek kardeş var ise burada erkeğe 2 birim, kıza 1 birim olmak üzere bir pay etme tahakkuk eder. yani 2 erkek 3 kız varsa, erkekler toplamda 4 pay, kızlar toplamda 3 pay alacaktır. erkek başına 2 pay, kız başına da 1 pay olacaktır. ayette verilen sabit nispetler (2/3, 1/2) sadece kızlar erkek kardeşsiz iken tatbik edilir.
2. tespit:
"karı veya kocanın ölen eşlerinin ardından, alacakları payın miktarının çocukların sayısı veya cinsiyetinin değiştirmemesi, ölenin kardeşlerinin de bu nispete tesir etmemesi koca-karının sabit nispetinin tereke taksiminde öncelikli olduğuna delalet etmektedir."
çocukların nispeti kimseye göre değişmediği için onların alacakları hissenin sonra olduğu anlaşılmaktadır. koca-karının alacağı hisse ise belirlenirken karı için çocuk varsa 1/8, koca için 1/4; karı için çocuk yoksa 1/4, koca için 1/2 olarak sabit miktarın konması bunun evvela yapıldığına işaret eder. buna ilaveten nisa suresi 33. ayette "kendileriyle güçlü anlaşma yaptıklarınıza payını verin!" ayetinde "akt" kelimesi karı koca arasındaki akde işaret etmekte ve bunun öncelikli olması gerektiğini tebarüz etmektedir.
nisa 33. ayetinde kendileriyle sözleşme yaptığınız kişilere paylarını verin denmektedir. ailenin iki türlü akrabalığı vardır. birisi rahim yollu akrabalık, diğeri ise sözleşmeli akrabalıktır. sözleşme ile olan akrabalığın önceliği vardır. bunu hem karı-kocanın çocukların cinsiyeti-sayısı ile değil sadece varlığı ile değişen nispetlerinden, hem de kardeşlerin varlığı ile değişmeyen sadece çocuklara bağlı olan hallerinden anlayabiliyoruz. ayrıca bütün bu taksimatın nisa11-12deki bilgilere göre borçların ödenmesinden sonra yapılması gerektiğini düşündüğümüzde ölenin borcu-yemini gibi alacak-verecek hadiseleri varsa bunun önce yapılması gerektiğini anlayabiliriz.
bütün bu sebeplerin ışığında ve evliliğin de bir sözleşme olduğunu düşündüğümüzde karı-kocanın bu taksim gerçekleşmeden hissesini alması gerektiği gerçeğine ulaşıyoruz. yani hiçbir paylaştırma yapmadan evvel, karı-koca payı ayrılacaktır. mesela karı, anne, baba ve 3 erkek çocuğun kaldığı meselede evvela çocuk olduğu için karıya 1/8 verilir. diğer bütün paylandırmalar kalan üzerinden yapılmalıdır.
bu vaziyet borçlar gibidir. önce borç ödenir, yemin varsa, anlaşmalar yapılmışsa onlar tamamlanır. kalan üzerinden taksim gerçekleşir. işte karının durumu da aynen sözleşme hali gibi evvelden taksim edilip halledilir.
3. tespit:
"baba ve annenin alacağı nispetin çocukların cinsiyet ve sayısıyla değil, sade varlığıyla değişmesi yine bir önceliği mevzu-u bahsettirir."
ayrıca karı ve kocaların paylarını aldıkları vaziyet sonrasında kalan kişiler anne-baba ve çocuklardır. çocukların sade kız oluşları kendilerine bir sabit nispet getirdiği için anne-baba önceliğinden sonra kalan üzerinden işlem yapma karı-kocadaki gibi olmaz. bunun sebebi hem iki grubun(ebeveyn, çocuklar) da rahim yoluyla akraba olmak şeklinde aynı şartta olmalarıdır. diğer sebebi ise anne-babaya pay verildikten sonra kalanın nıspi olarak dağıtılmasının mantıksız oluşudur. zira başka varis zaten yoktur.
netice itibariyle anne-baba payları önceden verilir, ancak hesap anne-baba-çocuklar kaldıktan sonraki bütün payda üzerinden yapılmalıdır. anne-babanın önceliklerinin karı-koca önceliklerinden farkları vardır. benzerlik olarak ikisi de çocukların "varlığından" etkilenirler. ancak karı-koca başka hiçbir şeyden etkilenmez. ayetlere göre(nisa12) anne-baba çocuk dışında -çocuk olmadığında- kardeşlerin varlığından da etkilenmektedir. bu etkilenmeler dışında anne-baba rahim yoluyla akraba iken karı-koca sözleşme yoluyla akrabadır. bu farklardan ötürü tatbiki farklı olmuştur.
anne ve babanın hissesi çocukların varlığında 1/6şar, çocukların yokluğunda 1/3 ve 2/3tür. çocuk yok da kardeşler varsa anne ve baba yine 1/6şar hisse alır. çocuk varlığında ise kardeşler hisse alamazlar. hem çocuk yok, hem kardeş yoksa yine söylendiği gibi anne 1/3, baba 2/3 hisse alır.
4. tespit:
"ayetlerde çocukların terekesinin taksiminde anne-baba veya karı-kocanın varlığının sorgulanmaması, onlardan söz edilmemesi, bu ihtimalin olmadığına ve anne ve babanın paylarının çoktan dağıtılmış olduğuna işaret etmektedir."
nisa11 de serdedildiği gibi çocuklarla ilgili ayetlerin hiçbirinde anne ve babanın durumu göz önüne alınmamaktadır. ancak ne zaman bir anne-baba, karı-koca taksimi yapılacaksa diğer ferdlere atıf vardır. bu onların önceliğini ve sonraki kişilerin durumunun taksimi değiştirdiğini göstermektedir.
bu tespitlerin destek aldığı bu gibi ayetlerin varlığı kadar önemli olan şey, ifade edilen şeklin dışında her ihtimalde bir çelişki olmasıdır. mesela baba ile kocanın önceliklerini dikkate almadan, babaya 2/3, kocaya 1/2, anneye 1/3 verilmeye kalkılırsa ortaya bir curcuna çıkar. halbuki, kocaya 1/2 verildikten sonra kalanın 1/3 ve 2/3ü anne ve babaya dağıtılırsa mesele çözülmektedir. tatbikatın tutması ve çelişkisiz hallolması bu serdedilen şeklin şaşmaz bir diğer delilidir. zira aksi mümkün olmayan ve ayetlere mebni bir usuldür.
hülasatan bir değerlendirme yapalım.
evvela karı-koca terekesi çocuk olup olmamasına göre verilir. belirtilen sebeplerden dolayı bunlar taksimin dışına çıkar. daha sonra kalan üzerinden baba-anne çocuk olup olmamasına göre taksimi yapılır. kalanlar da çocuklara erkek-kız karışık ise erkeğe 2 kıza 1 birim olarak pay edilir. ancak erkek çocuk yoksa kızlar 2 ve fazlasıysa baba ve anne 1/6şar alır. onlara da 2/3 kalır. 1 kız varsa 1/2 alır, gerisi (1/6) babaya verilir. baba 2/6, anne 1/6, kız 1/2 almış olur. şayet yine anne ve kız olur da tereke artarsa en yakın mirasçılara dağıtılır. nisa12 ayetine göre kardeşlere de çocuk olmadığı zaman çocuk gibi hisse verilir. çocuk var ve yine tereke arttığı zaman en yakın akrabalara rahim yoluyla olduğu için yakınlık derecesi sırasıyla hisse verilir.
birkaç misalle meseleleri ve kurandaki çelişki iddiası olan (karı-baba-anne-3kız) meseleyi çözelim.
örnek1.
adam öldü. karısı, annesi, babası, 2 oğlu, 4 kızı kaldı.
karısı çocuk olduğu için 1/8 alır. sonra çocuk olduğu için anne-baba 1/6şar alır. çocuklar da 2/1 oranında paylaşırlar. yani toplam tereke 96 ise; anne 12 alır ve gider. kalanın (84) 1/6sı(14) anne ve babaya gider. 42 kalır. kızlar 21i erkekler de 21i paylaşır. her erkeğe 21/2 ve her kıza 21/4 düşer.
örnek2.
adam öldü. karısı ve anne babası kaldı.
karısı çocuksuz olduğu için 1/4 alır. anne baba da çocuksuz olduğu için 1/3 ve 2/3 alır. yani toplam tereke 12 ise karı 3 alır gider. kalan 9un 3ü anneye, 6sı babayadır.
örnek3.
adam öldü. anne, baba, karı ve 3 kız kaldı.
karısı çocuk var diye 1/8 alır çekilir. baba ve anne çocuklu diye 1/6şar alır. geriye kalan 2/3ü kızlar eşit pay eder. yani 48 tereke varsa, 6sını karı alır. kalan 42nin 7şer anne baba alır. 28 de kızlar arasında bölüşülür.
örnek4. kadın öldü. koca, anne, 1 kız kaldı.
koca çocuk var diye 1/4 alır. anne kalandan 1/6yı alır, 1/2 kıza verilir. kalan 2/6 en yakın hısma verilir. 24 tereke varsa 6sını koca alır. kalan 18in 3ünü anne alır. 9unu kız alır. geriye 6 kalır. bu da en yakın hısma taksim edilir. kardeşler, dede ve nine burada öncelikli gelir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder