Kusurlu Tasarım Üzerine





Akıllı Tasarım teorisine karşı çıkanların sıkça dile getirdiği itirazlardan biri, “Kusurlu Tasarım argümanı”dır. Bu argümanın sahipleri, özetle, “canlılar tasarlanmıştır diyorsunuz, ama pek çok kusurlu, mükemmellikten uzak yönleri var” derler

Bu iddiadaki üstü kapalı nokta, “canlıların kökenini açıklayabilecek doğal bir mekanizma var mıdır” sorusunu gündemden çıkarma çabasıdır. Oysa Darwinistlerin cevaplaması gereken asıl soru budur. Bunu es geçip, sonra da “ama canlılarda kusurlar vardır” diyerek karşı atağa geçmenin aslında bir kaçış yöntemi olduğuna dikkat etmek gerek.
Bir örnekle düşünelim: Bir çölün ortasında biraz külüstür ve hasarlı bir araba bulsak ve “bu arabanın kökeni nedir” diye sorsak, birisi de bize “bu arabanın kökeni doğal süreçler olmalı, çünkü baksanıza orası-burası hasarlı, hem zaten ben olsam bu renge boyamazdım” diye bir “argüman” öne sürse, ne düşünürdük?.. Burada da benzeri bir durum vardır...

Darwinistlerin kusurlu tasarıma getirdigi itirazları üç maddeye ayırarak inceleyebiliriz:

1) Akıllı Tasarım, “Kusursuz Tasarım” demek değildir. Tasarlanmış bir yapı, özellikle kusurlu kılınmış olabilir.
2) “Kusur” yorumu çoğu zaman subjektiftir. “Ben olsam böyle yapmazdım” mantığından yola çıkar
3) “Kusur” yorumu pek çok noktada da doğrudan yanlıştır. Kusurlu veya işlevsiz olarak yorumlanan bazı biyolojik yapıların, aslında daha önceden sanılandan çok daha ideal yapı ve işlevlere sahip olduğu anlaşılmıştır. Şimdi sırasıyla bunlara bakalım.


Akıllı Tasarım, Kusursuz Tasarım demek değildir

Bir bilgisayar hayal edelim.ekrana baktığınızda şöyle diyebilirsiniz; kötü dizayn daha büyük olmayıldı hafızaya bakıp diyebilirsiniz ki; kötü dizayn daha geniş bir kapasite olmalıydı.klavyeye bakıp diyebilirsiniz ki; kötü dizayn daha kullanışlı olmalıydı.

Fakat mühendisin görevi en iyi ekranı, en iyi hafızayı, en iyi klavyeyi yapmak değil onun görevi belirli bir büyüklük ağırlık fiyat ve taşınırlık imkanı sağlayan gereklilikler içerisinde üretebileceği en iyi bilgisayarı üretmektir.Ekran daha büyük olabilir mi?Evet, ama ozaman taşınırlık zorlaşır..bilgisayarın daha geniş bir hafıza kapasitesi olabilir mi?Evet, ama o zaman da fiyatı çok yüksek olur

Anlayacağınız kaçınılmaz dengelemeler ve denkleştirmeler söz konusu.Her bir parça tek başına tam istenildiği gibi olmadığı konusunda eleştirilebilir. fakat mesele bu değil. Buraya dikkat asıl mesele bilgisayarın fonksiyonlarının bir bütün olarak ne kadar iyi iş gördüğüdür.İşte bu mühendisliğin ne kadar iyi çalıştığını gösterir.

Bir mühendis hayal edelim tasarladığı bir yapıyı, olabilecek en ideal, mükemmel, üstün şekilde planlayabilir. Ancak böyle yapmayıp, kasıtlı olarak, daha mütevazi bir tasarım da seçebilir. Buradaki fark, amaçla ilgilidir. Eğer kusursuzluğu hedefliyorsa, örneğin, “1 milyon kilometre yol da yapsa hiç eskimeyecek bir araba yapmak” gibi bir hedefi varsa, buna göre düşünecek, buna göre malzeme kullanacaktır. Sözgelimi çok pahalı bir metal olan ve uzay araçlarının inşasında kullanılan titanyuma yer verecektir. Ama eğer amacı bu değilse, aksine arabanın kat ettiği yola paralel olarak eskimesini zaten istiyorsa, bu denli dayanıklı malzeme kullanmaya da gerek duymayacaktır.

Bu mantığı canlıların kökeni konusuna da uygulayabiliriz. Canlılığın kompleks yapısı ve farklı canlı gruplarının fosil kayıtlarında aniden belirmesi, bizlere bunu var eden bilinçli bir Tasarımcı’nın, diğer bir ifadeyle Yaratıcı’nın varlığını gösterir. Ancak o Yaratıcı’nın tüm canlıları “kusursuz”, eksiksiz, mükemmel yaratmayı seçtiğini göstermez. Aksine o Yaratıcı, canlılığı “kusursuz” bir şekilde de yaratmak istemiş olabilir, “kusurlu” bir şekilde de… Bir diğer ifadeyle, Tasarım teorisinin, “canlılar hiç bir şeye muhtaç olmayan, hiç bir eksiği bulunmayan mükemmel varlıklar olmalı” diye bir iddiası yoktur. Dolayısıyla bu teoriye canlılıkta “kusur” gösterilerek itiraz etmek yanlıştır. Bu noktada şöyle bir soru gelebilir: Canlıların mükemmelikten uzak yapıları, Tasarım Teorisi’ne sorun oluşturmuyor olabilir, peki ama İlahi dinler? Tasarım Teorisini savunanların pek çoğunun inandığı İlahi dinler, insanların kusursuz olduğunu bildirmiyor mu? Bu soruya verilecek cevap da açıkça “hayır”dır. İlahi dinler, özellikle de İslam, insanın kusursuz, mükemmel bir varlık olduğunu bildirmez…
Aksine, Kuran’a göre insan kasten zayıf olarak yaratılmış bir varlıktır:

“Allah (ağır yükleri) sizden hafifletmek ister: (Çünkü) insan zayıf olarak yaratılmıştır.” (Nisa Suresi/28) İslam ilahiyatına göre bunun pek çok hikmeti vardır: İnsan zayıf yaratılmıştır, çünkü Allah’a muhtaç olduğunu açıkça görebilmeli, kibire kapılmamalı, dahası dünya yaşamının geçici olduğunu iyice zihnine yerleştirmelidir. Yakalandığı tüm hastalıklar, yaşadığı fiziksel acı, zaaf ve kusurlar, ona hep Allah karşısındaki aczini hatırlatır. Bitkiler gibi fotosentez yapamamakta, aksine sürekli beslenmeye ihtiyaç duymaktadır ki, Allah’ın “Rızık Veren” olduğunu daha iyi anlayabilsin

''Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.''Bakara Suresi 155.Ayet

Kısacası Darwinistlerin Akıllı Tasarım teorisine ve onun üzerinden İslam’ın da dahil olduğu İlahi dinlere karşı getirdikleri “kusurlu tasarım” argümanı, sırf mantıksal değil teolojik açıdan da tutarsızdır.

Sünnet ve Sünnetsizlik

Meselenin teolojik yönünü ele alırken, bir parantez açıp, Türkiye’deki Darwinistlerin zaman zaman dile getirdikleri “peki neden erkekler sünnetsiz doğuyor ve İslam sünneti emrediyor” şeklindeki itirazı da ele almakta yarar var.
Erkeklerin Sünnet edilmesi, Yahudilik’le başlamış bir gelenektir. Tevrat’ta şöyle açıklanır:

“Tanrı İbrahim’e, ‘Sen ve soyun kuşaklar boyu antlaşmama bağlı kalmalısınız’ dedi, ‘Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek’.” (Yaratılış, 17:9-10)
Yani sünnetin anlamı, Tevrat’a göre, sünnetsizliğin biyolojik bir kusur veya sorun olmasında değil, sünnetin Allah ile İsrailoğulları arasındaki ahdin sembolik bir ifadesi olmasındadır.
İslamiyet de — Kuran’da emredilmemesine karşın — bu İbrahimi geleneği sürdürmüştür.

Dolayısıyla ne İslamiyet ne de Yahudilik sünnetsizliği bir biyolojik kusur olarak tarif etmez. Bu nedenle de Tasarım teorisinin Müslüman veya Yahudi savunucularına “sizin dininiz insan vücudunda kusur buluyor” diye itiraz etmenin bir mantığı yoktur.

“Kusur” yorumu çoğu noktada subjektitfir

Örneğin Prof.Kence'nin Tasarım teorisine itiraz ederken dile getirdiği “zürafalar uzun boyları nedeniyle akarsu veya gölden su içmekte güçlük çekerler” yorumunu ele alalım. Bu yorumda, zürafaların uzun boynunu bir dezavantaj ve dolayısıyla da bir “kusurlu tasarım” gibi gösterme çabası vardır. Oysa aynı uzun boyun, bu canlılara ağaçların yüksek dallarındaki yapraklara ulaşma şansı sağlamakta, yani önemli bir avantaj vermektedir. (Zaten Kence’nin inandığı Darwinist evrim teorisine göre de, eğer uzun boyun bir dezavantaj olsaydı, şimdiye dek elenmiş olmalıydı.)
Dahası, aslında Aykut Kence’nin “hatalı tasarım” gibi gösterdiği zürafa boynu, son derece iyi planlanmış bir tasarım örneğidir. Canlının boynunda, her iki durumu, yani gerek dik durduğu gerekse su içmek için yere eğildiği postürleri hesaba katmış bir düzenleme yer almaktadır: Zürafanın son derece güçlü olan kalp ve damar sistemi, kanı neredeyse 3 m. yukarıdaki beyne taşıyabilecek şiddetle pompalama yapar. Canlı su içmek üzere eğildiklerinde ise, damar-içi kapakçıklar devreye girerek beynine riskli miktarda kan gitmesini engeller.
Kısacası kalbin ve damar içi kapakçıkların çalışma prensibinin zürafanın uzun boynunun pozisyonuna göre farklı şekillerde çalışması, sistemin, her üçünün de birlikte çalışacağı hesaba katılarak tasarlandığını göstermektedir.

Evrimci kaynaklarda sıkça yer alan ve “insan vücudu öyle değil de böyle olsaydı daha rahat ederdik” gibi bir mantıkla ileri sürülen argümanların büyük kısmı da, bu şekilde subjektif yorumlardır.. Sözgelimi eğer insanların dişleri , “köpek balıklarının dişleri [gibi] her yıl yenilense” idi, o zaman bu mantıkla düşünenler muhtemelen bu kez de “niye her sene diş değiştirmekle uğraşıyoruz, hayatta bir kere çıksaydı ya” diyeceklerdi. Bu gibi yorumların hiç bir objektif değeri yoktur.Bunun gibi bir başka örnekte gözdür.Gözdeki kör noktadaki sözde akılsız tasarım iddiasını ilk miller öne suruyor.Neden akıllı bir tasarımcının retinanın sinir agını dısarıdan gelen ısıgı karsılayan tarafına yerlestirdigini merak etmekteyiz diyor.Bu sıralama sekli ısıgı dagıtıyor ve mumkun olabileceginden az detay görmemize neden oluyor algıladıgımız göruntuleri beyine tasyıan optik siniri meydana getirmek icin sinir agının ısıga duyarlı retina tabakasından cıktıgı yerde kara bir nokta olusturuyor. Bu iddiayı dawkins ve george williamsta kitaplarında öne surerler.retina tepe taklak diyecek kadar ileri giderler. sanıldıgının aksine retinanın gozde ters durmasının gerektigine dair önemli bir fizyolojik sebep var sistemin genel duzeni icerisinde gozun vok buyuk miktarda oksijeni islemesini saglamak bir dengelemedir. bu omurgalılar icin gereklidir. evet bu islem bir kara nokta olusmasına sebep oluyor fakat bu problem değil cunku insanların iki gözu var ve iki kara nokta asla ust uste gelmez aslında bakarsan bu acıdan göz inanılmaz derecede akıllı bir tasarım.bu konuda uzmanlık alanı retinanın hücresel fizyolojisi olan Profesör George Ayoubun makalesinde şöyle yazıyor:

''Omurgalıların retinası -sezgisel olmasa da- işlevsel tasarımın olağanüstü örneklerinden biridir.Retinanın dizaynı,ileri derecede görme işlevi ve duyarlılıktan sorumludur.Retinanın açık bir şekilde mükemmel olmadığı ya da fonksiyonunu önemli ölçüde azaltmaksızın kolayca tekrar tasarlanabileceğini söylemek basbayağı yalandır''

Kusurlu Tasarım” örneklerinin çoğu bilgisizliğe dayalıdır

Bunların bilgisizliğe dayalı yorumlar olduğu, yani ele alınan biyolojik yapıların aslında hiç de “kusurlu” tasarlanmadığı defalarca ortaya çıkmıştır.
Bunun ünlü bir örneği, “körelmiş organlar” hikayesiydi. Darwin’in ileri sürdüğü sonra da onu izleyen bazı biyologların geliştirdiği bu argümana göre, insan vücudundaki pek çok biyolojik yapı “işlevsiz”di. Evrimin sürecinin belirli bir aşamasında işlev görmüş olan bu organlar, fonksiyonlarını yitirmelerine rağmen, birer “kalıntı” olarak varlıklarını sürdürmüştü.
Ancak bilimin ve özellikle de tıbbın gelişmesiyle birlikte, “körelmiş organlar”ın aslında “işlevi tespit edilememiş” organlar olduğu ortaya çıktı. Alman anatomist R. Wiedersheim tarafından 1895 yılında ortaya atılan “körelmiş insan organları” listesi giderek küçüldü. Örneğin “körelmiş organ” sayılan appendiksin, gerçekte vücuda giren mikroplara karşı mücadele eden lenf sisteminin bir parçası olduğu belirlendi. Kuyruk sokumunun ise, leğen kemiğinin çevresindeki kemiklere destek sağladığı ve pelvis bölgesindeki çeşitli kasların da tutunma noktası olduğu anlaşıldı.tiroid bezinin beyin gelişiminde, metabolizmada; timusun lenf sistemindeki T hücrelerinin gelişiminde etkili oldugu anlasıldı. Amerikalı biyologlar Jerry Bergman ve George Howe, Vestigial Organs are Fully Functional (Körelmiş Organlar Tümüyle Fonksiyoneldir) adlı kitaplarında tüm “körelmiş organlar”ın işlevselliğinin nasıl ortaya çıktığını detaylarıyla anlatırlar.
Darwinistlerin “işlevsiz” dedikleri, ancak işlevi keşfedilmeye başlanan bir diğer önemli biyolojik yapı ise, “işlevsiz genler”dir.
Prof. Aykut Kence de Vatan gazetesinde verdiği röportajda bu argümanı dile getirmiş ve “İnsanda da bir yığın gereksiz gen bulunur” diye bir kaç kez tekrar etmiş.
Eğer Prof. Kence genetik literatürünü daha yakından takip etseydi, sanırım bu denli emin konuşamayacaktı. Çünkü bundan 5-10 yıl öncesine kadar “Junk DNA” (Hurda DNA) veya “Pseudogenes” (Sahtegenler) denen ve “işe yaramaz” olduğu ileri sürülen DNA bölümlerinin, aslında önemli işlevler üstlendiği yavaş yavaş anlaşılmaktadır.
Dr. Paul Nelson, “The Junk Dealer Ain’t Selling That No More” (Hurdacı Artık Hurda Satmıyor) başlıklı yazısında şöyle diyor:

“[Ateizmin ünlü savuncularından] Carl Sagan, Shadows of Forgotten Ancestors (Unutulmuş Ataların Gölgeleri) isimli kitabında, “genetik hurdalığın”, DNA’daki “fazlalıkların, kekelemelerin (gereksiz tekrarlar) ve kopya edilemez saçmalıkların”, hayatın temelinde derin kusurlar bulunduğunu kanıtladığını öne sürmüştü. Bu tür yorumlara biyoloji literatüründe giderek daha az rastlanmaktadır. Neden mi? Çünkü artık genetikçiler, genetik enkaz olarak bilinen kısımların fonksiyonlarını keşfediyorlar.”
Jerry Bergman’ın “The Functions of Introns: From Junk DNA to Designed DNA” başlıklı bir makalesine göre de, fonksiyonsuz denen genlerin keşfedilen yeni fonksiyonları “Junk DNA” kavramını anlamlaştırırken “Designed DNA” (Tasarlanmış DNA) tezini güçlendirmektedir.
Bu gerçek karşısında Darwinistler “Hurda DNA” kavramından geri adım atmaktadırlar. Science dergisinde yayınlanan bir makaleye göre, Case Western Reserve Üniversitesi’nden Evan Eichler şöyle demektedir: “Hurda DNA deyimi bizim bilgisizliğimizin yansımasından başka birşey değil.”
Umarım Prof. Kence gibi Darwinist biyologlarımız da bilim literatürünü biraz olsun takip edip, “bilgisizliğin yansıması” olan köhne argümanları büyük bir güvenle savunmaktan vazgeçerler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder