Bilim ve Doğalcılık Arasındaki Gizli Çatışma





İlk bakışta bilim ve doğalcılık oldukça uyumlu gö zükmektedirler. Hatta doğalcılar kendilerini bilimin tek savunucusu olarak tanıtmaktadırlar. Ancak bu  görüntü detaylara indiğimiz zaman bozulmaya başlar, hatta doğalcılığın bilimle çeşitli açılardan çeliştiği ortaya çıkar. Burada bu gizli çatışmanın baş  gösterdiği beş noktaya göz atacağız.

Bilim ve doğalcılık arasındaki çatışmanın teme linde “tümevarım problemi” olarak bilinen felsefi
problem yatmaktadır. Doğalcılar, bilginin deneysel  yollardan elde edildiğini savunurlar (Oysa bu iddia  da bilimsel bir iddia değildir, zira iddianın kendisini de deneysel teste tabi tutmak mümkün değildir).  Doğalcılar bunun dışında matematiksel ve mantıksal önermeleri de kabul ederler, ancak genel olarak  onların bilgi üretmediklerini savunurlar. Bilimin te-mel yöntemi tümevarımdır. Tümevarım sonlu sayı-da gözlem önermesinden, genel bir prensip çıkarma  işlemidir.  Mesela  yaptığımız  gözlemlerde  iki  ters  yüklü parçacığın birbirini çektiğini defalarca gözlemledikten sonra, “Ters yüklü parçacıklar birbirini  her zaman çeker” genel ilkesini çıkarımlarız. İşte bu  işlem tümevarımdır. Bilim tümevarımla çalışır. Dolayısı ile tümevarım metodunun güvenirliği, bilimin güvenilirliğine eştir. Peki, ama tümevarım işlemi ne  kadar güvenilirdir? Yanlış genellemeleri bir kenara bıraktığımızı farz etsek de genel olarak tümevarım işlemi güvenilir midir? İşte bu soru doğalcı dünya görüşünde sorulduğunda ciddi problemler yaratır. Tümevarıma güvenmemiz için, Evren’in değişmediğini, fizik yasalarının hep aynı olduğunu varsaymamız gerekir. Aksi halde yarın ters yüklü parçacıkların birbirini çektiği iddiasının doğru olup olmayacağı belirsiz olur. Tüm bilimsel teoriler kuşku altında kalır. Dolayısı ile tümevarıma güveneceksek,  evrensel  yasaların  değişmediğini  varsaymamız gerekmektedir. Peki, evrensel yasaların değişmediğini nereden biliyoruz? İşte problem burada başlamaktadır, zira doğalcıların bu soruya verdiği cevap da tümevarıma dayanmaktadır. Şöyle ki,  onlara göre Evren yasalarının bugüne kadar değişmemesi yine değişmeyeceğini gösterir. İyi ama bu cevap  bizi  döngüsel  mantığa  sokar,  zira  tümevarım  kullanımını  tümevarımla  gerekçelendirmemiz  mümkün değildir. Bu “İncil’in Tanrı sözü olduğunu nereden biliyorsun?” sorusuna “Çünkü İncil’de  yazıyor.” cevabını vermekten farksızdır. Bazıları bu noktada bilimin yönteminin tümevarım değil yanlışlama olduğunu söyleyecektir. Bu iddiaya göre bilim önce hipotezler üretir, daha sonra bu hipotezleri deneysel olarak teste tabi tutar. Testi geçemeyen hipotezler elenir, geçenlere ise güvenimiz artar.  Ancak bu yaklaşım problemi çözmez, zira bu sefer
de “Yanlışlanan bir teorinin yarın doğru olmayacağını nereden biliyoruz?” sorusu karşımıza çıkacaktır. Hatta testi geçen teorinin, yarın aynı testte başarısız olmayacağını nereden biliyoruz sorusu ortaya  çıkacaktır. Yanlışlamanın başarılı olduğunu varsaymak için Evren yasalarının değişmezliğini varsaymamız gerekmektedir, aksi takdirde yukarıdaki sorulara olumlu cevap veremeyiz. Ancak yukarıda da gördüğümüz gibi Evren’i yöneten yasaların değişmediğini gerekçelendirmenin tek yolu tümevarım-dır. Sonuç olarak bilimin metodu yanlışlama olsa
bile, yanlışlanmaya güvenmemiz için, tümevarıma  güvenmemiz gerekmektedir. Yani yanlışlamaya atıf  yapmak  bizi  tümevarım  probleminden  uzaklaştırmaz. Sonuçta doğalcı bakış açısında bilim döngüsel  mantığa dayanan bir metot (tümevarım) üstüne ku-rulmuş bir disiplin olduğu için, çıkardığı sonuçlara  güvenmek doğru değildir. Felsefecilerin yüzyıllar-dır bildiği bu çekişme, halk tarafından bilinmemek-tedir. Öte yandan Newton da doğalcılığa gitmenin  bizi böyle bir sonuca götüreceğini biliyordu.

Ancak doğalcılık ile bilim arasındaki tek gerginlik tümevarım problemi değildir. İkinci bir problem
de doğalcı dünya görüşünün insana Evren’de atadığı statüden doğmaktadır. Bilime güvenmemiz için
insanın bilgi üreten akli fonksiyonlarına güvenmemiz gerekir. Ancak doğalcı bakış açısına göre şans
eseri, kontrolsüz güçler tarafından ortaya çıkan bir  madde yığını olan insanın gerçek bilgi üretebilmesi  gariptir. Meşhur Amerikan felsefeci Alvin Plantinga bu durumu şu şekilde açıklamaktadır: “Eğer akli melekelerimiz,  doğalcıların  düşündüğü  gibi  oluşmuşsa, o zaman onların nihai amacı ya da fonksiyonu (tabi bir amaç veya fonksiyonu varsa) hayatta kalma gibi bir şey olacaktır... fakat o zaman başlangıçta sezgisel olarak onların fonksiyonları arasında gerçek inançlar üretmek olacağı kuşkuludur”(1)

Eğer evrim teorisi doğalcı bakış açısıyla yorumlanacak olursa o zaman insan hayatta kalmayı ve çoğalmayı fonksiyon edinmiş bir madde yığınıdır, do-layısı ile yaptığı çıkarımlara güvenmek fazla sağlıklı olmayacaktır. Nitekim Darwin de teorisinin bu şekilde yorumlanmasının rasyonalite ve bilime tehdit  oluşturduğunun farkındaydı ve William Graham’a  3 Temmuz 1881’de yazdığı mektupta daha düşük  hayvanların aklından evrimleşen insan aklının herhangi bir değeri olup olmadığının ya da çıkardığı  sonuçların doğru olup olmadığının şüphe altında olduğunu söylemişti.(2)
 Ancak bu şüpheyi doğuran evrim teorisi değil, onun doğalcı okunuşudur. İnsanın “kör şans” eseri mi, yoksa Tanrısal yönlendirme ile mi evrimleştiği deneysel olarak cevaplanamayacak, bilimsel olmayan felsefi bir sorudur. Doğalcılar, tamamen felsefi nedenlerden birinci seçeneği seçmektedirler. Bu kuşkuyu işte bu seçim ortaya çıkarmaktadır. Tartışılmaz bir biçimde insan kapasitelerinin en önemli ürünü bilimdir. Dolayısı ile evrimin doğalcı yorumu ile bilim arasında ciddi bir  zıtlık vardır. Tabi bilimsel bir teori olan evrim de doğalcının kuşkusundan nasibini almaktadır.

Bilim çeşitli çıkarımlar yapmak ve nicel bir karaktere sahip olmak için matematiğe ihtiyaç duyar.
Fizik ya da kimyayı matematiksiz düşünmek mümkün değildir. Matematiğe ve onun sonuçlarına güvenmemiz ve onları bilimde kullanabilmemiz için  onun  tutarlı  olması  gerekmektedir.  Aksi  takdirde  eğer matematik tutarsızsa, bilimsel sonuçların doğruluğu, matematik yoluyla yapılan çıkarımların güvenilirliği  sarsılacaktır. Ancak  matematiğin  tutarlı olduğu gösterilmemiş ve nitekim Gödel tarafından bunu yapmanın mümkün olmadığı ispatlanmıştır. Aritmetik içeren herhangi bir sistemin tutarlı olduğunu sistemin kendi içinde göstermek mümkün  değildir, bu Gödel’in meşhur “Eksiklik Teorisi”nin  bir sonucudur. Nitekim doğalcı bakış açısında matematik insan aklının bir ürünüdür, insan aklının bu  bakış açısında ne kadar değersiz olduğunu yukarıda  gördük. İnsan aklının ürünü olan bir sistemin doğa-yı detayları ile tasvir etmesi de gariptir. Sonuç olarak doğalcı bakış açısında matematiğe güvenip gü-venemeyeceğimiz belirsiz kalmaktadır. Matematik  şu ana kadar tutarlı gözüküyor olabilir ama gelecekte bir tutarsızlık çıkmayacağının bir garantisi yok tur. Bu da bütün matematiksel sonuçları kuşku altında bırakır. Dolayısı ile matematiğin bilime uygu lanabilirliği ve uygulanırken çıkan sonuçlar da aynı kuşkudan nasibini alır.

Doğalcılık  bakış  açısında  insan  tamamen  kör  şans sonucu ortaya çıkmış bir varlıktır, herhangi bir
değeri  yoktur.  Hayat  ve  tüm  uğraşlarımız  anlamsızdır. Nasıl yaşadığımızın ne yaptığımızın pek bir  önemi yoktur. Sonuçta yok olacağız ve hayat bir rüyadan farksız değil.  Bu durum en çok ahlak ve ona  olan güvenimizi sarsmaktadır. Ama bu aynı zamanda bilimle uğraşmak için bir motivasyonumuz olmadığına da işaret etmektedir. Eğer doğalcılık doğruysa bilimle uğraşmak ya da ona güvenerek yaşamak için herhangi bir sebebimiz yoktur. Bilim adamının yaptığı çalışmaların bir organize suç örgütünün çalışmalarından değer olarak bir farkı yoktur. Üfürükçülere güvenenleri, astroloji ile hayatına yön  verenleri suçlamamız için hiçbir neden yoktur. Doğalcılık,  bilimsel  motivasyonları  tamamen  yıkıcı,  kötümser bir hava yaratmaktadır.  Bilimsel  teoriler  seçilirken,  estetik  olmalarına  özen gösterilmektedir. Eğer deneysel verileri aynı  şekilde açıklıyorlarsa, aday teorilerden daha güzel  olanı seçilir. Hatta Nobel ödüllü ünlü fizikçi, kuan-tum mekaniğinin kurucularından Dirac’a göre bilim  adamları güzel teoriler ortaya atmak için uğraşmalıdır. Bu estetik teori, aynı sonuçları açıklayan daha  az estetik teoriden daha karmaşık olacaksa bile yine  o tercih edilmelidir. Doğalcı bakış açısıyla bakıldı-ğında bu arayış gariptir. Neden bilimsel teoriler es-tetik olmalıdır ki? Hatta estetik kavramının kendi -si bile doğalcı bakış açısında anlamını kaybetmek-tedir. Dirac ve birçok fizikçinin estetik arayışı irrasyoneldir, yanlıştır. Ancak pratik göstermektedir ki
Dirac haklıdır, fizik yasaları doğalcı bakış açısında beklenenin aksine ciddi bir güzellik taşımaktadır.

1.   Alvin Plantinga,  Warrant & Proper Function, (New York:
Oxford University Press, 1993), s.214.

2.  The Life and Letters of Charles Darwin Including an Auto-biographical Chapter , ed. Francis Darwin (London: John
Murray, Albermarle Street, 1887), Volume 1, s. 315-316.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder