Hassas Ayarlı Evrene Karşı Sonsuz Evrenler İddiası


İnsancı İlke verilerinin “evrenin mükemmel ve kritik değerler ile var olduğu”  fikrini desteklemesi, evrenin tesadüfen oluştuğu  görüşünü benimseyerek evrenin yaratılmış olduğu inancına karşı çıkan materyalist çevreler tarafından “Çok Evrenler” (Many  Worlds-Multiverse) teorisinin ortaya atılmasına neden olmuştur.  İlk olarak 1957 yılında fizikçi Hugh Everett (1930-1982) tarafından ortaya atılan bu senaryo bazı çevreler tarafından, sonsuz bir  küme ve sonsuz bir ihtimaliyet oluşturarak İnsancı İlke’nin evre nin oluşumu hakkında ortaya koyduğu kritik değerleri sonsuz ile  kıyaslayarak önemsizleştirmek şeklinde yorumlanmıştı. Bu fikre
göre tek bir evrenden bir sürü evrenler oluşmuştur.(1)

Bütün ilâhî dinlerin en temel mesajı olan “Tanrı’nın varlığı,  birliği ve O’nun evreni yaratmış olduğu inancından hareketle” tarih boyunca gerek ilahi kitaplar gerekse inananlar tarafından evrendeki tasarıma dikkat çekilmiş, bu görüşe karşı olan materyalist ler ise söz konusu tasarımı ve Tanrı’nın varlığını reddetmişlerdir. Dine karşı bilimi kendine dayanak olarak gören materyalist anla yış, 20. yüzyıl modern biliminin verileri ile özellikle astronomik
ve fiziksel bulguları hayatın oluşabilmesi için gerekli olan hassas değerlerin bulunması gibi daha birçok bilimsel açıdan reddedilemeyecek kadar belirgin bulgular karşısında çaresiz kalmıştır.
Bu çaresizlikten hareketle evrenin bilinçli bir şekilde yaratılmış  olabileceği tezini kabul etmemek için “Belki de evrenimiz sonsuz sayıdaki evrenlerden biridir. Bizim evrenimiz de tesadüfen  yaşama uygun olmuştur” şeklinde bir iddia ile sonsuz evrenler  teorisini savunmaya ve bu teoriden hareketle Tasarım Kanıtı ve  İnsancı İlke tarafından sunulan verileri tesadüfler ile açıklamaya çalışmışlardır.  
İnsancı İlke’nin teistik yorumuna karşı tepkilerden biri de,  “evrenin gözlemlediğimiz gibi olması gerektiğine dair kesin bir  zorunluluk olmadığı” iddiasıdır. Bu anlayışa göre bazı anahtar
şartların farklı olabileceği ya da bazı başlangıç koşullarının değişik olabileceği (Big Bang gibi) kabul edilebilir. Nitekim fiziksel koşullar, yaşamın başlamasına zıt olsaydı hiçbir canlı var olamayacaktı. Bazı fizikçiler, bu fikri destekleyen modeller ortaya  atmışlardır. Buna göre evren, uzay ve zaman bakımından sonsuz olabilir. Bu durumda birbiriyle iletişime geçemeyecek kadar  uzak bölgelerin bir kısmında yaşam varken diğerlerinde olmayabilir. Bu durumun, termodinamik açıdan mümkün olmayan sınırlar  ortaya çıkarması kaçınılmazdır. Bilindiği gibi bazı teorik iddialara göre evren yavaşlayan bir hızla genişlemektedir. Eğer bu yavaşlama devam ederse Big Bang ile başlayan evren, ‘Big Crunch’  (Büyük Çöküş) (2) denilen bir kapanmayla son bulacaktır. Ancak
bazı kozmolojistler bunun olası farklı başlangıç koşullarıyla yeni  bir evrenin başlangıcı olacağını söylerler. Bu anlayışa göre bu alternatifler geçmişte sayısız kez gerçekleşmiş, gelecekte de tekrar tekrar gerçekleşeceklerdir. Ancak bunların bazısının yaşama olanak verdiği, bazısının ise vermemiş olduğu kabul edilir.(3)Yapılan  son gözlemler evrenin genişleme hızının arttığını gösteriyor. Do -layısı ile bu hızdaki artış (tabi gözlem sonuçları ilerdeki ölçüm -lerde değişmezse) evrenin sonsuza kadar genişleyeceğini, hiçbir  zaman içine çökmeyeceğini söylüyor.(4)
 Sonuç olarak, evrenin sürekli içine çöküp patladığı iddiası hem mevcut gözlemsel verilerle (evrenin genişleme hızının artması) hem de entropi yasası ile  çelişiyor olduğu göz önünde bulundurulduğunda ve buna bir de  içine çöken bir evreni tekrar patlatacak bir mekanizma olmadığı
eklendiğinde; osile eden (sürekli genişleyen ve içine çöken) evren modelini kabul etmenin pek de kolay olmadığı açıktır. Dolayısıyla hem gözlemsel hem teorik sorunlar yaşayan bu modele
atıf yaparak, insan hayatını olanaklı kılan hassas ayarları açıklamak mümkün değildir.
Hugh Everett ‘Çok Evrenler Teorisi’ ile her ölçülebilir büyüklüğün her muhtemel değerine karşı gelen evrenler kümesi olduğunu ileri sürer. Bu sonsuz kümeden ise sadece birkaçı biyolojik
yaşam için gerekli özelliklere sahiptir. Ancak bu görüşün aşağıda belirtilen noktalarda aksadığı görülmektedir. 

•  Bu farklı dünyaların orijinal maddesi ve enerjisi nereden
geldi? Bu maddeler kendini organize etme özelliğine na -sıl sahip olabildi? Enerjinin korunumu kanunu ihlal edilmeden bu evrenlerin varlığı nasıl açıklanabilir?

•  Bu teoriyi destekleyen somut bir kanıt bulunmamaktadır.

•  Bu çok evrenlerin her birinde her nesnenin farklı bir
varyasyonu olmalıdır. Bazı evrende ‘İyi Hitlerler’ bile
olabilirdi. Yani buna göre her konunun sonsuz derecelenmesi olmalıdır.

•  Muhtemel bir Dünya’nın ayrılmalarının nasıl olup da yaşam için uygun evreni bir arada tuttuğunun ortaya konulması mümkün olmadığı gibi bu teori oldukça karışık olduğundan anlaşılması çok güçtür.(5)


Bu teori, Ockham’ın (6)  meşhur usturasına takıldığı gibi aynı  zamanda H. Everet’in bu fikrinin  “çok evrenler” yerine “çok dün yalar” olarak yorumlanması daha doğrudur. Çünkü her bir farklı olasılık aynı kökenden gelir ve aynı fizik yasalarına sahiptir.  Böylece evreni, “fiziksel gerçekliği olan her şeyi kapsayan” bir  kavram olarak tanımlarsak, her bir farklı olasılık, farklı bir dün -ya olur. Geçmişin Toplanması Yorumu olarak bilinen yorumda  S. Hawking, R. Feynman’ın “bir atom altı parçacık A’dan B’ye,  bu iki nokta arasındaki bütün fiziksel yolları alarak gider” şeklindeki yorumunu kullanır. Bu yoruma göre, söz konusu yollar  daha sonra ard arda toplanınca tek bir gerçek dünya belirlenebilir. Hawking bunu, evrendeki her bir parçacığın tüm muhtemel  yolları alacağını söyleyerek genişletir ve uzun bir zaman geçmesine izin verirsek şu anki evrene ulaşacağımızı söyler. (7) Ancak  bu izah, “evrenin neden art arda gelen anlar sonrasında tam bir
düzensizliğe dönmediği sorusunu” açıklayamaz. Şayet tüm yollar, tüm parçacıklarca alınıyorsa, düzenli durumdan çok daha fazla  düzensiz durum vardır. Buna göre çok düzensiz bir evren ile karşı
karşıyayız. Ayrıca bir an, geçmişte atomların düzene kavuştuğu -nu kabul etsek bile, oluşan bu düzende her bir parça, her an farklı  bir davranışa girecek ve düzeni korumak mümkün olmayacaktı.
Michael Corey’e göre bu ikilemden kurtulmanın tek yolu, söz konusu olasılıkların tümünün geniş aralığını, dar bir aralığa indirgeyecek her şeye gücü yeten Tanrı’nın varlığını kabul etmektir. (8)
Şayet evren, kazara meydana gelmiş olsaydı, onda geçmişteki  düzensizlikten kalan bir iz, bir hata olurdu. Ancak böyle bir hata  veya iz keşfedilmemiştir. Ünlü astrofizikçi ve matematikçi Roger
Penrose’a göre Big Bang, tamamen kara delikler de (Black Holes)
oluşturabilirdi. Ancak bütün bunların yerine hassas ve her yere  yayılmış maddeden oluşan bir evrene sahibiz. Penrose bu konuda şöyle söylemektedir:  Big Bang’in maddeyi homojen ve hassas bir şekilde dağıta-cak bir biçimde olması oldukça zordur. Düzensiz bir şekilde olsa
sadece kara delikler oluşurdu. Bu olasılık  10^10^30 ’da  1 dir.   Burada dikkat edilmesi ve üzerinde ısrarla durulması gereken  bir nokta vardır. Tanrı’nın varlığına duyulan gereksinim, evrendeki nedenini anlayamadığımız sorulara cevap olması için çıkmaz.  Evrendeki sayısız oluşum ve hassas ayarın ortaya çıkarmış olduğu  tablo doğal olarak, bir  Yaratıcı olmasını zorunlu kılmaktadır.(9)


Bununla birlikte bütün bu ‘Çok Evrenler Teorileri’ düzenin yanızca şans eseri uzun ya da sonsuz bir zaman sürecinde oluştuğunu kabul eder. Ancak bunun, evrenin sürekli olarak düzensizliğe gittiğini vurgulayan termodinamiğin ikinci kanununa göre nasıl  mümkün olduğu açıklanmamıştır.
Zaten söz konusu teori pek çok bilim adamı  ve felsefeci ta-rafından eleştirilmiş ve ciddiye alınmamıştır.  Örneğin Richard  Swinburne, çok evrenler iddiasını şu şekilde eleştirmektedir:

"Bir muhalif, birçok dünya teorisi olarak bilinen kuramı savunabilir. Eğer trilyonlarca evren varsa, onlar arasında olabilecek  bütün olası türden düzen ve düzensizlikleri göstererek, hayvanların ve insanların ortaya çıkmasına yol açacak basit, anlaşılabilir yasalar tarafından yönetilen bir evren olması kaçınılmazdır.  Doğru. Ancak bizimki dışında başka evrenlerin olduğunu düşün -mek için bir neden yoktur. Bildiğimiz her nesne, evrenimizin gözlemlenebilen bir bileşenidir veya böyle nesneleri açıklamak için  varsayılmıştır. Evrenimizin düzenliliğini açıklamak için, bir Tanrı
yerine trilyonlarca evren varsaymak, mantıksızlığın en üst düzeyi  gibi görünüyor. Bilimin doğal dünyanın ne kadar derinden düzenli olduğunu bize göstermedeki başarısı, bu düzenin daha da derin bir nedeninin olduğuna inanmak için güçlü gerekçeler verir. (10)


Stephen Hawking’in çalışma arkadaşlarından biri olan kozmolog Martin Rees ise bu konuda şöyle söylemektedir:

Bilim adamlarının birleştiği ortak noktalardan biri de 14.  yüzyılın başlarında Ockham’lı William tarafından ortaya konulan ‘Ockham’ın Usturası’ sınırlamasına riâyet etmeleridir… Herhalde hiçbir şey bu sınırlamayı, sonsuz bir evrenler dizisini kabul  etmekten daha şiddetli bir biçimde ihlal edemez! Ayrıca, gözlemlenemeyen ve muhtemelen de asla gözlemlenemeyecek olan böl gelere başvurmak pek de ‘bilimsel’ olmasa gerek. (11)


Bilimsel açıdan hiçbir gözlem ve deneye dayanmayan, ayrıca  tamamen hayalî ve  tutarsız bulunan  “Çok Evrenler Teorisi” fizikçi Paul Davies’in de eleştirisine maruz kalmıştır:

"Her şeye rağmen çok evren kuramcıları, teorilerine ilişkin  ‘öteki dünyaları’ asla -ilke olarak bile- denetleyemediklerini kabul ederler. Çok evrenlerin varlığının gözlemciler tarafından deneysel olarak doğrulanması ya da yalanlanması da mümkün değildir. Elbette, insan sonsuz bir Tanrı yerine sonsuz bir evrenler  dizisine inanmayı daha kolay bulabilir, ama böyle bir inanç gözlem ve deneye değil kişisel bir inanca dayanmak zorundadır."(12)

Alman matematikçi ve filozof Leibniz’in, Dünyamızın müm-kün dünyaların en iyisi olduğu görüşüne karşı olan bazı kişiler,

“Dünyada kötülük varsa bu dünya nasıl en iyisi olabilir?” diye  sormaktadırlar. Ancak kötülük olmayan bir dünyada düşünce ve  davranışlar kötülük olmaması için kontrol edilir ve sonuçta insanlar robotlara dönüşürdü. Bütün temel sabitler farklı olup yine de  bir yaşam meydana getirebilirdi. Ancak göz ardı edilemeyecek  husus çeşitli parametrelerin bir araya gelip İnsancı İlke’ye uygun
olarak yaşamı destekleyen bir çevre oluşturmasıdır. Ayrıca bundan daha iyi bir dünyanın nasıl olacağını gösteren bir yol yoktur.  Şu ana kadar hiç kimse, belli bir sabiti değiştirerek daha iyi bir
dünya elde edememiş aksine, daha kötüsünü elde etmiştir. Ayrıca Leibniz’in ‘ Radikal İyimserlik Prensibi’ bir yerde uygulanıp  bununla o yapının olabilecek en iyisi olduğu gösterilirse, evrenin
birliği-bütünlüğü göz önünde tutularak, aynı ilke her yerde uygulanabilir. Bu da Leibniz’in “şayet her şey lâyıkıyla göz önünde  tutulursa bu dünya, mümkün dünyaların en iyisidir” tarzındaki
iyimserlik görüşüne uyar.”(13)


İnsancı İlke’den hareketle ortaya çıkan sayısız ve mükemmel  oluşumları değersiz gösterme çabaları ile ortaya atılan senaryoların yanlışlık ve tutarsızlığı,  Dünya İlkesi (The World Principle)
olarak isimlendirilen bir anlayışla da ortaya konabilir.(14)

 Bu İlke,  İnsancı İlke’yi de kapsayan çok daha geniş bir prensip olarak karşımıza çıkar. Bu ilkeye göre, insanın var olması için gerekli olan  ‘olmazsa olmaz’ şartlar yanında, insanın varlığı için ‘olmazsa olmaz’ türden olmayan diğer tüm canlıların oluşumu için ‘olmaz -sa olmaz’ türden şartları ve mükemmellikleri de kapsayan daha  geniş bir anlayış ortaya konabilir. Örneğin bir arının ya da başka  bir hayvan veya bitkinin oluşumunu düşünelim. Bunların ortaya  çıkması ve insanların bütün bu canlılardan bu denli fazla biçimde  faydalanıyor olması, insanın varlığı için zorunlu şartlardan değildir. Etrafımızdaki canlıların ve besinlerin, insanın yaşamını sürdürebileceği oranda olmaması için hiçbir neden yoktur. Ancak etrafımızda kolayca gözlemlenebildiği gibi, ihtiyaç duyulandan çok
daha fazla hayvan, bitki, meyve gibi pek çok varlık ve besin bulunmaktadır. Bunlardan sadece birinin bile kendiliğinden oluştuğunu ya da varlığının bir amacı olmadığını iddia etmek, son derece anlamsız ve tutarsız olacaktır.

Dünya, canlılar için seçilmiş özel bir alandır. Bu alan, Tanrı’nın canlılar yaratmak suretiyle sanatını, gücünü sergileme alanıdır. Dünya içinde akıllı bir varlık olan insanın gözlemci olarak bulunması, bu serginin sebeplerinden biridir. Bu canlıların birçoğu, insanın varlığı için ‘olmazsa olmaz’lardan biri olmasalar bile, insana bal gibi gıdalar vererek, Tanrı’nın inayetini gösterirler. İnsanın
yanıbaşında bu kadar çok türden canlının var olması bir açıkla -maya muhtaçtır. Bunlar, insanın varlığı için gerekli olan şartları  gözlemlemesiyle açıklanamaz. Çünkü bunlar olmadan da insan var olabilirdi. Dünyanın içindeki oluşumlar ve özellikle bitkisiyle  hayvanıyla tüm canlılar, insanın ‘olmazsa olmaz’ ihtiyaçlarının  çok ötesinde; mükemmelliği, üstün bir sanatı ve kudreti göstermektedir. ‘Dünya İlkesi’, bizi, ‘İnsancı İlke’nin yöneldiği ‘olmazsa olmaz’ şartların dışındaki çok geniş bir alana yöneltmektedir.

Bu alana ‘İnsancı İlke’ye ilaveten şunlar da girmektedir :

•  Diğer tüm canlılar,
•  İnsanın yaşaması için “olmazsa olmaz” şartlardan olmayan mükemmellik göstergeleri ve
•  Sayılanların tamamının tek bir gezegende (Dünya) toplanması.(15)



İnsancı İlke’yi ateist bir anlayışla yorumlayanlar insanın var  olması için gerekli olan ‘olmazsa olmaz’ şartlara şaşırmamamız  gerektiğini söylemişlerdir. Dünya İlkesi ise olmazsa olmaz şart -ların dışındaki geniş bir alana dikkatleri çekmektedir. Bu alandaki diğer canlıların ve mükemmellik göstergelerinin herhan-gi biri için yapılacak olasılık hesabı  bilinçli  bir tasarımı ortaya
koyar ve bu yaklaşıma İnsancı İlke’ye yöneltilen itirazlar yöneltilemez. Etrafımızdaki canlılığın ve oluşumların bu kadar çeşitli renk, koku, tat, şekil ve özelliklerde olması; bunların dünya daki ekolojik düzeni sağlamaları; bazen, arıda oluğu gibi, kendi ihtiyaçlarından fazla üretim, bazen de sadece insanlar için üretim  yapıp ürün vermeleri, ayrıca insanlığın hizmetine verildiği gözlenen bunca güzellik, bütün bunların bilinçli bir şekilde üstün ve kudretli bir Tanrı tarafından insanlara sunulmuş nimetler olduğunu ortaya koymaktadır.



Dipnotlar .

1.  William Lane Craig, The Teleological Argument and The Anthropic Princip-le , s. 12

2.  Big Crunch: Evrenin tek noktadan başlayıp genişleyen sürecinin tam tersine bir
şekilde büzüşerek yeniden tek bir noktaya kapanması durumunu ifade eden bir
terimdir.

3.  Errol E. Harris, Cosmos and Anthropos , s. 9-10.

4.  Mark H. Jones- Robert J. Lambourne,   An Introduction to Galaxies and Cos -mology, Cambridge University Press, Cambridge (2004), s.  244.

5. Michael Corey, God and The New Cosmology The Anthropic Design Argu-
ment, Rowman&Littlefield Publishers, Boston 1993. s. 175.

6.  Ockhamlı  William,  1285-1347  yılları  arasında  yaşamış  ünlü  bir  filozoftur.
Ockham’ın usturası, gereksiz spekülasyonları önlemek, onlara değer vermemek
için, onun tarafından geliştirilen bir sınırlama ilkesidir. Bu ilkeye göre bir görün -güyü en az sayıda cisim ya da mekanizma ile açıklayan teori kabul edilmelidir.
Mevcut gözlemleri tek evren açıkladığına göre, sonsuz evrene atıf yapmak bu
ilkeye göre gereksiz ve yanlıştır.

7.  Stephen Hawking,  The Universe in A Nutshell, Bantam Books,  U.S.A. (2001),
s. 83-87

8.  Michael Corey, God and The New Cosmology The Anthropic Design Argu-ment, s. 178-179

9.  Michael Corey, God and The New Cosmology The Anthropic Design Argu-ment, s. 180-181

10.  Richard Swinburne, Tanrı Var Mı?, s. 60-61.

11.  Muhammed A. Esedî, Birliğin Teorisi, çev. Kerem Genç, Gelenek Yayıncılık,
İstanbul (2003),  s. 73.

12.  Paul  Davies,  God &The New Physics,  A  Touchstone  Book  Published  by
Simon&Schuster, New York (1984), s. 173-174.

13. Michael Corey, God and The New Cosmology The Anthropic Design Argu-ment, s. 196-199.

14. Caner Taslaman, Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı, 314-317., Caner Taslaman,
Big Bang ve Tanrı , s. 150-152.

15.  Caner Taslaman,  Big Bang ve Tanrı , s. 150.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder