Jonathan Wells, Stephen C. Meyer, William Lane Craig, Robin Collins,
Guillermo Gonzalez, Jay Wesley Richards, Michael J. Behe, J.P. Moreland
Orijinal İsmi: The Case for a creator: A Journalist Investigates Scientific Evidence That Points Toward God (Zondervan, 2004)
- “Zamandan ve mekândan münezzeh olanı deney tüpüne koyamazsınız”
Eugenie Scott, (“Keep Science Free from Cretionism” Insight, Şubat 21, 1994)
- …Bertrand Russel’ın, bilimin bize, nasıl “amaçsız” ve “anlamdan
yoksun” bir dünya bıraktığını anlattığı karanlık tabloyu görmezlikten
geliyordum…
(Bertrand Russel, Why I Am Not a Christian, Simon&Schuster, 1957, 106)
- Eşim Leslie, artık iyi bir Hıristiyan olarak yaşamaya karar
verdiğini söyledi bana. İlk tepkimin bir çeşit sorgu olduğunu söylemeye
gerek yok.
Öyle kibarca bir sorgu falan da değildi. Suçlayıcı ve kızgın bir tarzda
başlamıştı: “Sana ne oluyor böyle?” bu denli rasyonel bir insanın, bu
denli irrasyonel bir şeyin arkasından nasıl gidebildiğini
anlayamıyordum.
Takip eden aylar boyunca Leslie’nin karakterinde belirgin değişiklikler
gözlemledim. Gitgide daha sevecen, ilgili ve içten olmaya başlamıştı. Bu
sefer, aynı soruyu daha yumuşak ve meraklı bir tonda sordum: “Sana ne
oluyor böyle?” Onu iyi yönde değiştiren bir şeyler vardı.
- Her bilimsel bilgi prensip olarak yeni kanıtlarla beraber değişime açıktır.
- “Yaşam formlarının karmaşıklığının, tesadüfî mutasyonun ve doğal seleksiyonun sonucu olduğu iddiasına şüpheyle yaklaşıyoruz”
(“A Scientific Dissent From Darwinism”
başlıklı aralarında Nobel ödüllülerinde olduğu birçok bilim adamının iki
sayfalık ilandan, The Weekly Standard, 1 Ekim 2001)
- Bana lisede ve üniversite sıralarında, evrimi araştırırken kimse,
saygın pek çok bilim adamının bu fikirde olmadığını söylememişti.
Yalnızca dünyadan haberi olmayan dar kafalı dindarlar buna karşı çıkıyor
zannederdim. Tarihçi Peter Bowler’in ortaya koyduğu gibi aslında bilim
camiasında bu teoriye karşı 1900 yılı gibi erken bir tarihten itibaren
sağlam eleştiriler gelmekteydi. Tabii bundan da bana kimse söz
etmemişti.
- [Geçerliliği olmayan Miller deneyine binaen]
- İyi de Miller deneyinin halen ders kitaplarında yer almasının bir nedeni olmalı herhalde? Nedir sizce bu?
Jonathan Wells
+ Gitgide şunu daha iyi anlıyorum ki bu, ampirik bilim maskesi ardına
saklanmış materyalist felsefedir. Bunu göstermekte ısrar ediyorlar,
çünkü hayatın başlangıcına dair başka bir materyalist izahları yok. Eğer
sen başka bir izah getirmeye kalkarsan –mesela akıllı tasarım gibi-
seni bilimsel olmamakla suçluyorlar.
- “Bilimin, hayatın nasıl başladığına dair en ufak bir fikri bile
yok”, “Genel kabul görmüş bir teori bile yok. İlk dönemlerin çorak
dünyasından hayatın narin kimyasına adım atmayı akıl almıyor” Greeg
Easterbrook. (The New Convergence)
- “Sanırım hayatın natüralistik bir biçimde ortaya çıktığına
inananlar, mantıken bir akıllı tasarımcının olduğunu çıkarsayanlara
nazaran çok daha fazla imanlarıyla hareket ediyorlar” Walter Bradley
(Lee Strobel, The Case for Faith, 108)
- Kendini Katoliklikten ayrılmış olarak tanımlayan ülkenin önde gelen
bilim habercilerinde John Horgan 2002’de, bilim adamlarının uzayın nasıl
yaratıldığı veya “bizim ufak gezegenimizdeki cansız maddelerin nasıl
bir araya gelerek canlıları oluşturduğu” konusunda bir fikirlerinin
olmadığını itiraf ediyordu.
(John Horgan, “A Holiday Made for Believing” New York Times, Aralık 25, 2005)
- DNA’nın moleküler yapısını keşfeden Nobel ödüllü biyokimyager
Francis Crick (ki kendini manevi anlamda şüpheci olarak tanımlıyor)
dünyayı yaptığı açıklamasıyla şaşırtmıştı: “Halen mevcut tüm bilgiyle
donanmış dürüst bir adamın varması zorunlu sonuç şudur: ‘Şu an için
hayatın kökeni, bir mucizeymiş gibi gözükmektedir. Onun devamı için çok
fazla şartın karşılanması gerekmektedir’”
(Francis Crick, Life Itself, New York: Simon and Schuster, 1981, 88)
- “Eğer doğal bir açıklama getirilemiyorsa ve getirilme şansı da
varmış gibi gözükmüyorsa; doğaüstü bir açıklamanın aranmasının makul
olacağını düşünüyorum. Sanırım eldeki veriler ışığında en mantıklı
çıkarım budur” Walter Bradley
(Lee Strobel, The Case for Faith, 108)
- “Kambriyen bir jeolojik dönemdir. Bundan 540 milyon yıl önce
başladığı tahmin ediliyor. Kambriyen patlaması ise ‘Biyolojik Big Bang’
olarak adlandırılır çünkü bugün halen canlı olan büyük hayvan
filumlarının çoğunun aniden ortaya çıkışını gösterir. O dönemde ortaya
çıkan bazılarının ise bugün soyu tükenmiştir” dedi Wells.
“Kayıtların bize gösterdiği durum şudur: Kambriyen’den önce yalnızca
bazı denizanaları, süngerler ve solucanlar vardı ve sonra Kambriyen’in
başında ‘boom!’ bir anda eklem bacaklıların temsilcileri, modern
böceklerin, pavuryaların temsilcileri, modern deniz kestanesi ve deniz
yıldızının dahil olduğu yumuşakçalar, modern omurgalıların dahil olduğu
kordatlar ve bunun gibi daha bir çok şey ortaya saçılıyor. Memeliler
daha sonra geliyor fakat onların da dâhil olduğu büyük aile yani
kordatlar Kambriyen’in başında oradalar”
- …insanlara çizgiler başka şey olur, balıklarda solungaç. O çizgiler
solungaç yarığı falan da değildir. Onlara solungaç benzeri yapılar demek
de delilden evrim teorisine gitmek yerine evrime iman edip sonra delil
aramaya çıkmanın bir sonucudur.
İngiliz embriyolog Lewis Wolpert’in belirttiği gibi, benzerlik bizim hayal gücümüzün bir ürünü.
[Lewis Wopert, The Triumph of the Embryo, (Oxford, Oxford University Press, 1991), 185]
- “Anatomik olarak benzer iki organizmayı incelediğinizde, çoğunlukla
genetik olarak da benzer olduklarını görürsünüz. İyi ama bu ortak bir
kanıt mıdır? Bir tasarımcı farklı organizmalar yaratmak için benzer yapı
malzemeleri kullanabilir, tıpkı inşaatçıların sonuç itibarıyla
birbirinden tamamen farklı gözükecek köprüleri yaparken aynı maddeleri
–demir çubuklar, çimento v.s- kullanması gibi.” Wells
- “Eğer türler, fark edilemeyecek şekilde ince merhaleler vasıtasıyla
diğer türlerin soyundan geliyorlarsa, her yerde sayısız geçiş türleri
görmemiz gerekemez mi?” Darwin, 1859
- “Fosil kayıtlarının olmaması, farz edilen atalar ile onlardan
türeyenlerin arasındaki ilişkiyi resmetmeyi de fiilen imkânsız
kılıyordu. Antropologların işi, Savaş ve Barış romanının içinden rast gele otuz sayfa seçildiğini varsayarsak, bunlara bakıp, romanın planını çıkarmaya benziyor.”
Constance Holden, “The Politics of Paleanthropology” Science 213 (1981)
- [Bazı ufak kalıntılardan devasa çıkarımlar yapılmasına binaen]
“Darwinistler ikna edici açıklamalar yapacaklarına, bulunan fosilleri
hazır mamul hikâyenin uygun yerine monte etmeye çabalıyorlar. Anlatan
kişinin eğilimlerine göre de hikâye şekilden şekle giriyor. Bir
antropologun dediği gibi süreç ‘hem siyasi hem de sübjektif’ çünkü
‘paleoantropoloji ilmi bir forma sahip ama ilmi bir özden yoksun’”
Bkz: Ian Tattersall, “Paleoanthropolgy and Preconception”
- Ne zaman bir evrim ikonunun geçersizliği anlaşılsa, Darwinistler
adeta vecd halinde ilk önce tüm hikayenin bundan ibaret olmadığını
haykırır, sonra da son bulguların makro evrimi desteklediğini iddia eder
dururlar. Hikayeler yeniden yazılır, yeni anlatıcılar bulunur. Evrim
teorisi artık orijinal ikonlarıyla taşınamaz hâle gelmiştir. Teorinin
kendini sorgulamak yerine ise yapılan, yeni modeller dizayn etmektir.
- “Benim fikrime göre, Darwinci evrim iflas etmiştir. Darwinizm
hakkındaki deliller sadece yetersiz olmakla kalmıyor, aynı zamanda
sistematik olarak da çarpıtılmışlar. Çok uzak olmayan bir gelecekte,
bilmiyorum belki yirmi, otuz yıl içerisinde, insanların geçmişe bakıp
şaşkınlıkla, ‘nasıl böyle bir şeye inanabilmişler’ diyeceklerinden
şüphem yok. Darwinizm bilim görüntüsü altında materyalist felsefeden
ibarettir ve bu artık anlaşılmaya başlandı” Wells
- “Bilim bizi “İlk Olay”a götürdü, fakat daha da ötesine gidip “İlk Sebep”e ulaştıramadı.” Allan Rex Sandage (1985 yılındaki bilim ve din konulu bir konferanstan)
- “Benim bilimden öğrendiğim şudur: Dünya bilimle açıklanamayacak
kadar karmaşık. Varlık sırrını ancak tabiatüstü bir şeylerle
anlayabiliyorum” Allan Rex Sandage
[Sharon Begley, “Science Finds God”, Newsweek (Temmuz 20, 1998)]
- Sandage’ın dediği gibi; “Pek çok bilim adamını inanca, kendi elleriyle yaptıkları zorluyordu”
[Allen Sandage, “A Scientist Reflects on Religion Belief” www.leaderu.com/truth/1truth15.html]
- “Dünyanın tasarlanmış gibi görünmesinin sebebi sakın gerçekten tasarlanmış olması olmasın!” Stephen Meyer.
- “Bilimin doğal hayat hakkında pek çok önemli şey öğretebileceğine
dair bir kuşkumuz yok. Fakat asıl sorun şu, ‘bu şeyler kendilerinin
ötesinde olan bir şeye işaret ediyor mu?’ bence cevap evet. Bilim bize
pek çok gerçek şey öğretiyor ve bu gerçek şeyler de Tanrı’ya işaret
ediyor” Stephen Meyer.
- “Elde edilen bulgular, son 50 yıl içinde Tanrı inancı için güçlü bir
kanıt haline dönüştü. Sadece Tanrı inancı, bütün bu bulguları,
zorlamasız ve akli olarak en ikna edici bir şekilde açıklayabiliyor.”
Stephen Meyer.
- “Evrenin bir başlangıcı olduğu doğruysa, bugün modern kozmologların
da hemfikir olduğu gibi, o zaman bu bulgu, evrenin dışında, ondan
bağımsız bir sebep var demeye gelir. Eğer fizik kanunları, son dönemdeki
fizikçilerin keşfettiği gibi, tam da hayatın oluşmasına olanak
sağlayacak şekilde düzenlendiyse, o zaman, onları tam da o şekilde
tasarlayan bir tasarımcı olması gerekir. Eğer hücrede bir bilgi varsa,
moleküler biyolojinin gösterdiği gibi, o zaman bu akıllıca yapılmış bir
tasarım gerektirir. İlk defa hayatı oluşturmak, biyolojik bir bilgiyi
gerektirir; veriler, madde âleminin ötesinde, ona kaynaklık eden, akıllı
bir sebebin olduğunu gösteriyor” Stephen Meyer.
- “Bilim göklerde işlerin nasıl gittiğini anlatır, İncil’se göklere (cennete) nasıl gidileceğini” Galileo
- Nobel ödüllü Arno Penzias Big Bang hakkında şunları söylemişti,
“Elde ettiğimiz en iyi veri, Kutsal Kitaplardan başka dayanacak bir
şeyimizin olmadığıdır”
[Bkz. Malcolm W.Browne, “Clues to Universe Origin Expected”, Annual Review of Astromy and Astrophyics 20 (1982)]
- “Bu biyolojik makineler, işleyebilmek için çok çeşitli parçalarına
aynı anda ihtiyaç duyar. Türlerin rastgele evrimleşmesine dayanan
Darwin’in doğal seleksiyon süreci böylesine bir sistemi nasıl meydana
getirebilir? Doğal seleksiyon, canlıların sadece fonksiyonel parçalarını
muhafaza eder; bu da organizmaların bir sonraki nesilde var olmasını
sağlar.
Basitleştirilemez şekilde kompleks olan sistemlerle ilgili problem,
bütün parçaları aynı anda bir araya gelip çok sıkı bir koordinasyon
içinde çalışmadıkları takdirde işlememeleridir. Dolayısıyla doğal
seleksiyon böyle bir sistemi inşa edemez, ancak bir zamanlar inşa
edildiklerini söylemekle kalır. Ve evrimin, bütün sistemi bir kerede
yaratmak için böylesine dev bir sıçrayışı kazara yapması gerçekten
imkânsız” Stephen Meyer.
- “İlahi dinler, sadece maddeden ibaret olmadığımızı –Marvin
Minsky’nin sözleriyle- ‘etten yapılmış bilgisayar’ değil, Tanrı’nın
suretinde yapıldığımızı anlatır” Stephen Meyer.
- “Big Bang’i meydana getiren, evreni var eden sebep; maddeden,
zamandan ve mekândan bağımsız olmalı. Musevilik, Hıristiyanlık ve
İslam’da Tanrı bunlardan münezzehtir” Stephen Meyer.
- “Big Bang’in teizmi desteklediğine verilecek belki de en iyi örnek,
konunun bazı ateist fizikçilerde sebep olduğu açık huzursuzluktur.
Bazen, bazı bilimsel düşünceler, kendi değerlerinin çok ötesinde bir
azimle ve kararlılıkla savunulmaya devam ediliyor ki bu durum, bunun
gerisindeki motifin kişinin kendi teorisini destekleme arzusundan
ziyade, çok daha derinlerdeki psikolojik gelgitlerle alakalı olduğunu
düşündürüyor” Astrofizikçi C.J.Ihsam [Creation of the Universe as a
Quantum Process]
- “İlk başta bir patlama vardı. Bu bizim dünyada gördüğümüz gibi,
belli bir merkezden başlayarak gittikçe daha büyük alana yayılan bir
patlama değildi. Aksine bu, aynı anda her yerde birden olan bir
patlamaydı ve tüm uzayı bir anda maddeler ve onlardan oluşan diğer
maddeler kaplamıştı” Nobel ödüllü fizikçi Steven Weinberg. [The First Three Minutes]
- “Maddeler yoluktan birdenbire, sebepsiz yere, ortaya çıkmaz. Ateist
Quentin Smith kitabında şöyle demişti ‘Akla en yatkın şey, bizim
yokluktan, nedensiz ve amaçsız olarak var olduğumuzdur’ Bir insanın
böyle bir şeyi en mantıklı açıklama olarak ileri sürebilmesi beni
hayrete düşürüyor” William Lane Craig
- “Tüm evrenin nasıl var olduğunu kavrayabilmek için kuantumun
ötesinde ama onu da kapsayan bir şeye ihtiyaç vardır. Bir anda yine
köken meselesine dönmüş bulunuyoruz” William Lane Craig
- “Erken dönemde Müslümanlar ve Hıristiyanlar matematiksel muhakemeyi
kullanarak sonsuz bir geçmişin olmasının mümkün olup olmadığını anlamaya
çalışmışlardı. Sonuçta evrenin yaşının sınırlı olduğu görüşüne
vardılar, yani onun bir başlangıcı olmalıydı.
Size sonsuz sayıda misket vermeye çalıştığımı farz edelim.
Bunun bir yolu tüm misketleri size vermektir ve böylece bana hiç misket kalmayacaktır.
Bunun diğer yolu sadece çift sayılı misketleri vermektir ve böylece
elimizdeki misket sayısı eşit olacak ve başlangıçtaki sayı ile aynı
olacaktır.
Bir diğer şekilde de dört ve üzeri sayılı misketleri vermektir. Bu durumda sende sonsuz bende üç misket olacaktır.
Görüldüğü gibi sonsuz sayılarla yapılan işlemlerde sonuçlar
çelişkilidir. Bu nedenden dolayı matematikçiler sınır üstü aritmetikte
toplama ve çıkarma yapmazlar. Görüldüğü gibi sonsuzluk fikri tümüyle
kuramsaldır ve sadece zihnimizde mevcuttur.
Örnekteki misketlerin yerine geçmiş olayları koyunca oluşacak karmaşadan
dolayı evrende sonsuz sayıda olayın olması mümkün değildir. Muhakkak
bir başlangıç olmalıdır. (Sonsuzda Geri dönüş İmkânsızlığı)” William
Lane Craig
- Kozmoloji âlemindeki pek çok gelişme gizli saklı bilimsel dergilerin
sayfaları arasında kaybolup gitmekte. Bunlardan pek azı halkın
bilgisine sunuluyor. Linde ve Guth gibi bilim adamlarının adını kimse
bilmez ama Stephen William Hawking konuştuğu zaman herkes dinler.
- “Israrla her şeyde bir kasıt aramaya meyilli olan insanın, amaçsız
bir evren tarafından rastgele yaratılmış olması kulağa fazlaca garip
gelmiyor mu?” Sir John Templeton
- “Evrenin, en ufak sayısal değişikliklere karşı bile oldukça hassas
olan mevcut yapısının, bilinçli bir tasarım neticesi olduğu izlenimine
kapılmamak son derece güç. Bu sayısal değerlerin görünüşteki mucizevi
uyumluluğu hâlâ kozmik tasarım fikrinin en kuvvetli delili olmaya devam
ediyor” Fizikçi Paul Davies
- “Görünüşte birbirleriyle irtibatsız ve rastgele olan bütün fizik
sabitlerinin garip bir ortak özelliği var. Bu sabitler evrende hayatın
oluşabilmesi için tam da olmaları gereken değerdeler” Patrick Glynn
- “İnce bir hüner eseri olan doğal çevreyi ne kadar araştırırsak,
bilinçli bir tasarımcının varlığı o kadar zorunlu hale geliyor” Walter
Bradley
- “Bilimsel çalışmalarım sırasında daha kuvvetli bir şekilde inanmaya
başladım ki dâhice tasarlanmış olan bu fiziki evren öylesine hayret
vericidir ki bunun sadece tesadüfî bir olay olarak izah edilmesi
imkânsızdır. Evrendeki varlığımızın, garip bir talihin garip bir
cilvesi, tarihsel bir kaza eseri ya da kozmik dramadaki tesadüfî bir
görüntü olduğuna inanmam imkânsız” Paul Davies [The Mind of God]
- “Fred Hoyle ve ben birçok meselede ayrı düşeriz. Fakat dünyamızın
sağduyulu ve tatmin edici bir yorumunun dâhice bir elin dizaynını
gerektirdiği hususunda hemfikiriz” Owen Gingerich (Harvard University). [Dare a Scientist Believe in Design]
- “Eğer bizim evrenimiz yegâne evrense –ki bir başkasının varlığına
dair herhangi bir bilimsel veri yok- evrende var olan hassas mı hassas
ayar Tanrı’nın varlığını gösteren gerçek birer delildir.” John Leslie
(Oxford University)
- “İnsanın ortaya çıkışını netice veren evren, bize birisi tarafından
yönetildiğini ima ediyor. İnsanın fiziksel olarak evrenin merkezinde
olmasa bile, onun (evrenin) amacının merkezinde olduğu açıktır” Robert Augros & George Stanciu [The New Story of Science]
- “Hayatın
varlığını sürdürebilmesi için nasıl olması gerekiyorsa tam da o
özellikleri olan bir evrenimiz var. Bu eşzamanlı/uyumlu oluşlar,
tesadüflerin bir sonucu olamayacak kadar şaşırtıcı, Paul Davies’in
deyimiyle tasarımın etkisi inanılmaz derecede şaşırtıcı.” Robin Collins
[The Cosmic Blueprint: New Discoveries in Nature’s Creative Ability to Order the Universe]
- Kendisini
bir ateist olarak tanımlayan Nobel ödüllü fizikçi Steven Weinberg boş
uzayın enerji yoğunluğunu ifade eden kozmolojik sabit karşısındaki
şaşkınlığını “dikkat çekecek derecede hassas bir şekilde bize göre
ayarlanmış” şeklinde ifade eder.
- “Evrenin
şu anki halde bulunabilmesi için hidrojenin helyuma çok hassas bir
şekilde dönüşmüş olması gerekiyor. Daha özel olarak, öyle bir şekilde
ki, kütlesinin tam tamına %0,7’si enerjiye dönüşmeli. Bu değeri azıcık
düşürdüğümüzde –diyelim ki 0.0072den 0.006’ya- hiçbir dönüşüm vuku
bulmaz: Bu durumda Evren yalnızca hidrojenden oluşacak ve başka hiçbir
şey var olmayacaktır. Bu değeri azıcık artırırsanız –mesela 0.0082e
getirirseniz- bağlar o kadar verimli olacak ki tüm hidrojen
tükenecektir. Her iki durumda da, sayılardaki en ufak bir değişiklik
evrenin oluşmamasını netice verecektir” Bill Bryson, A Short History of Nearly Everything, 16
- “Çoklu
evren teorisi dini bir bağlamdan gelseydi gülüp geçilecek kadar komik
varsayımlara dayanıyor. Bu teori herhangi bir dindeki kadar
inançsızlıkla taassubu gerektirir. Şöyle der gibidir: Elli milyar
galaksi genişliğinde görünmez nesnelerin varlığına inanan kiliseye
katılın.” Gregg Easterbrook, “The New Convergence”.
- “Her
önemli buluştan sonra fizikçilerin ortak tepkisi, tabiattaki zarafet ve
incelik karşısında duyulan hayranlık ve şaşkınlık karışımı bir histir:
“Bunu, bu şekilde yapmayı hayatta düşünemezdim” Eğer doğa, bizi dâhiliği
ile hayrette bırakan mekanizmaları yürütebilecek kadar “akıllı” ise, bu
fiziksel evrenin ardında akıllı bir tasarımın varlığı için ikna edici
bir kanıt değil mi? Eğer dünyanın en dahi insanları bile doğadaki derin
işleyiş ve mekanizmaları ancak güçlükle çözebiliyorlarsa, bütün bu
işlerin, kör tesadüfün bir ürünü, sersem bir kazanın sonucu olduğunu
farz etmek nasıl mümkün olabilir? Fizik kanunlarını ortaya çıkarmak
çeşitli açılardan bir bulmacayı doldurmaya benzer. Bulmacada,
kelimelerin kazara birbirleri ile uyumlu bir şekilde bir araya
geldiklerini asla düşünmeyiz.” Paul Devies, [Superforce: the Search for a Grand Unified Theory of Nature.]
- “Fiziksel dünyanın bilimsel anlayışımızla gözler önüne serilen müthiş düzeni, ilahi olanı gerekli kılıyor” Vera Kistiakowski [Massachusetts Institute of Technology]
- “Kanıtlar
incelendikçe, bir tür doğaüstü aracının (daha doğrusu Aracı’nın) bu işe
dâhil olmasının zorunlu olduğu düşüncesi belirgin olarak ortaya
çıkmaktadır. Farkında olmaksızın, bir “Üstün Varlık”ın varlığına dair
bilimsel kanıtlara parmak basmış olabilir miyiz? Sahneye çıkan ve bütün
kozmozu bizim için hikmetle süsleyen, Tanrı mıydı?” George Greenstein [Astronom, The Symbiotic Universe]
- “Astronomi
bizi benzersiz bir olaya, yoktan yaratılan bir evrene, yaşamın var
olması için gerekli bütün şartları sağlayacak çok hassas dengeye sahip
bir evrene ve altında yatan bir plana (“doğaüstü” denebilecek bir plana)
sahip bir evrene götürüyor” Arno Penzias (Nobel ödüllü)
- “…
Radyoaktivitenin ateşlediği dev ama çok hassas dengeye sahip bir ısı
motoru… daha yavaş çalışıyor olsaydı… kıtalar şimdiki haline gelemezdi…
Demir hiçbir zaman erimeyebilir ve sıvı çekirdeğe batabilirdi. Manyetik
alan hiçbir zaman oluşamazdı… Eğer daha fazlar adyoaktif yakıt olsaydı
ve bu yüzden motor daha hızlı çalışsaydı, volkanik küller Güneş’in
ışığını kapatacaktı: atmosfer aşırı derecede yoğun olacaktı ve yeryüzü
günlük depremler ve volkanik patlamalarla sarsılacaktı” Frank Press
& Raymond Siever, [Earth (New York: W.H.Freeman, 1986), s.3]
- -Dünyayı
tanrı ya da tanrıça olarak görmek- “Bu tıpkı saati yapanı görmek
yerine, hayret verici özellikleri nedeniyle bir saati tanrılaştırmak
gibidir” Jay Wesley Richards
- Dairesel
olarak dönen bir gezegende canlı organizmalar yetiştirebilmek için,
Güneş gibi doğru kütle, doğru ışık, doğru kompozisyon, doğru uzaklık,
doğru yörünge, doğru galaksi ve doğru konum gibi hayli olağandışı
özelliklere sahip bir yıldız gerekmektedir. Bu durum Güneş’imizi ve
Dünya’mızı gerçekten de nadir ve nadide yapmaktadır.
Dünyanın eğiminin tam da 23,5 derece olması iklimlerin istikrarını
sağlar. Ayın büyüklüğünün tam mevcuttaki gibi olması günün süresi ile
gece ve gündüzün ısı farkının olması gerektiği kadar olmasını sağlar.
- Tektonik
tabakalar gezegendeki yaşamın ana şartı olabilir. Güneş sistemindeki
bütün gezegenler ve uydular içinde kaymasının kolay olması için
okyanuslar dolusu suya ve tektonik tabakalara sahip olan tek yer
Dünya’dır. Peter D.Ward & Donald Brownlee, [Rare Earth, s.266]
- Dünya’yı
yaşanabilir bir ortam haline getiren olağanüstü şartların, aynı zamanda
gezegenimizi evreni gözlemlemeye, analiz etme ve anlamaya tuhaf bir
biçimde uygun hale getirmektedir.
“Bu yalnızca bir tür kozmik tuhaflık olabilir mi? Bizler yalnızca şanslı
mıyız? Bilgeliğin saf rastlantı ve anlamlı tasarım arasındaki farkı
ayırt etme yeteneği gerektirdiğini düşünüyorum. Burada rastlantıdan çok
daha fazlasını görüyoruz; çok çok daha fazlasını.” Jay Wesley Richards
- “İnananlar
daima Tanrı’nın varlığını tabiat kitabı ve Kutsal Kitap aracılığıyla
gösterdiğini savunmuşlardır. On dokuzuncu yüzyılda bilim, tabiat
kitabını bir şahit olmaktan çıkarmıştı. Şimdi ise yeni keşifler bu
kitabın kapağını tekrar açıyor” Jay Wesley Richards
- “Eğer
evren en hassas şekilde yaratılmamış olsaydı, bizler asla var
olamazdık. Benim görüşüme göre bu şartlar evrenin, içinde insanın
yaşaması için yaratıldığını göstermektedir.” John A. O’Keefe [The Theological Impact of the New cosmology]
- Eğer
Tanrı yaratıkları için bu kadar hassas, dikkatli, sevgi dolu ve hayret
verici bir ortam inşa etmişse, o zaman O’nun insanların bu evreni
keşfetmesini, araştırmasını, takdir etmesini, ondan ilham almasını ve
nihayetinde –en önemli iş olarak- kendisini evren yoluyla bulmasını
istemesi gayet doğaldır.
- “Bir
sistem veya aygıt aynı görevi yerine getirmek için beraber çalışan çok
sayıda farklı parçaya sahipse indirgenemez derecede karmaşıktır ve bu
parçalardan birini çıkardığınızda, sistem de fonksiyonel olmaktan
çıkacaktır. İndirgenemez derecede karmaşık bir sistem Darwin’in
bahsettiği süreçle oluşmaz, çünkü çalışması için bütün parçaların tam ve
beraber olması gerekir. Bu durum tıpkı fare kapanı analojisinde olduğu
gibidir. Fare kapanının tam çalışabilmesi beş parçasının da mevcut
olması gerekir. Önce bazı parçaları sonra bazı parçaları oluşmaz. Çünkü
eksik parçalar kapanın kapanlık yapmasını sağlayamaz. Ayrıca kapanın
bazı parçalarının zamanla diğer parçalara dönüşüp mükemmel bir sisteme
dönüşmesi de düşünülemez” Michael J. Behe
- “Darwinistler,
Akıllı Tasarım’ı savunanları daima, bilinmeyenden delil çıkarmakla
suçluyorlar. Fakat kendileri de şöyle diyorlar ‘Bunun nasıl olduğunu
bilmiyoruz, ama bunu evrimin yaptığını kabul ediyoruz’ Başka bir
açıklama olmadığı zaman, Tanrı’yı bir açıklama olarak sunarsanız bunu
‘boşlukların Tanrısı argümanı’ diye küçümsediklerini görürsünüz. Eğer
öyleyse, burada da karşımıza ‘boşlukların evrimi argümanı’ duruyor. Bazı
bilim adamları, anlayamadıkları bir şeyle karşılaştıklarında, bir
açıklama olarak evrimi devreye sokuveriyorlar.” Michael J. Behe
- “Eğer
yanlış yerde bir pıhtı oluşursa (mesela beyinde veya akciğerde)
ölürsünüz. Eğer pıhtı yirmi dakika geç oluşursa, vücudumuzdaki tüm kan
boşalır ve gene ölürsünüz. Eğer pıhtı sadece kesik bölgeyi tıkamakla
yetinmese, bütün kan dolaşımınız katılaşabilir ve gene ölürsünüz. Pıhtı
yeterince büyük değilse de ölürsünüz elbette. Kanın pıhtılaşması
sisteminin mükemmel işlemesi için, bir dizi protein bileşeninin bir anda
sahneye çıkması gerekir.
Ne zaman bir bilim adamı, kanın pıhtılaşma sürecinin nasıl meydana
geldiğini, adım adım anlattığı iddiasında bir teoriyle ortaya çıksa,
kendini, “bir anda”, “meydana geldi”, “açığa çıktı”, “ortaya çıktı”,
“var oldu” gibi genellemeleri tekrarlarken buluyor. Bu bir anda ortaya
çıkan şeylerin sebebi ne olabilir? İşte buna dair hiçbir açıklama
getirme zahmetine girilmiyor. Bu da senaryoların açıklayıcılık gücünü
yok ediyor” Michael J. Behe
- “Bana
göre bilimin işi, şeylerin buraya nasıl geldiğini ve nasıl çalıştığını
bulmak. Bilim, hakikatın arayışı olmalı, sadece materyalist izahların
değil. Tarihteki büyük bilim adamları, mesela Newton ve Einstein, hiçbir
zaman bilimin işinin, doğanın kendi kendine yeten açıklamaları bulmak
olduğunu düşünmediler. Bu yeni çıkan bir icat, üstelik iyi bir icat da
değil. En azından, son elli senenin bilimsel gelişmeleri, tam aksi
istikameti işaret ediyorken” Michael J. Behe
- “Dünya
ve onun her bir parçası, sadece şansla açıklanamayacak denli karmaşık
ve birbiriyle bağlantılı bir halde bulunuyor. Tüm organizmalardaki
düzeniyle birlikte hayatın varlığının, fazlasıyla mükemmel olduğuna
kâniyim. Yaşamın her bir parçasının faaliyeti, diğer tüm parçaların
varlığıyla sıkı sıkıya bağlantılı. Nasıl oluyor da her bir parça ne
yapacağını biliyor? Nasıl oluyor da her bir parçanın vazifesi
belirlenmiş? İnsan biyokimyada ne kadar derinleşirse, bunların bir
düzenleyici prensip olmadan car olamayacaklarına da o kadar inanmaya
başlıyor. Bu, inananlar için bir yaratıcının işareti, materyalistler
için ise, belirsiz bir gelecekte bilimin çözmesi gereken bir gizem”
Allan Sandage [ A Scientist Reflects on Religion Belief]
- “İnsan DNA’sı Encylpedia Britannica’dan
daha düzenli bilgi ihtiva eder. Eğer ansiklopedinin tüm metnini,
bilgisayar formatında uzayda bulsaydık, çoğu insan buna, dünya dışı bir
aklın varlığının ispatı olarak bakacaktı. Fakat bu doğada gözlendiği
zaman, tesadüfî güçlerin işleri olarak izah edilir.” George Sim Johnson
- “Bir
proteinin tesadüfen meydana gelebilmesi için ilk olarak, aminoasitler
arasındaki doğru bağlara ihtiyacınız vardır. İkinci olarak,
aminoasitlerin sağ ve sol versiyonları gelir ve yalnızca solak
olanlarına sahip olmamız gerekecektir. Üçüncü olarak, aminoasitlerin bir
cümledeki gibi, belirli bir dizide bağlanması gerekir.
Tüm bunların, kendi başlarına doğru bir şekilde bir araya gelip
tesadüfen, oldukça küçük ve fonksiyonel bir proteini yapma olasılıkları,
yüz bin trilyon çarpı trilyon çarpı trilyon çarpı trilyon çarpı trilyon
çarpı trilyon çarpı trilyon çarpı trilyon çarpı trilyon çarpı trilyonda
bir ihtimaldir. Bu, on sayısının ardına 125 tane sıfır koyarsak elde
edeceğimiz rakamdır.
Ve bu yalnızca bir protein molekülü olacaktı. Minimal düzeyde bir hücre,
üç yüz-beş yüz arası proteine ihtiyaç duyar.” Stephen C. Meyer
- “Bizim
mevcut bilgilerimizle donanmış dürüst bir insanın, hayatın bir anda
ortaya çıkışının neredeyse bir mucize olduğunu kabul etmesi lazım
geliyor; onun devam etmesi için gerekli onca şart da cabası” Francis
Crick, Life Itself, 88
- “Şu
an bilimi yeniden tanımlama zamanıdır. Biz yalnızca en iyi naturalistik
izahın değil, aksine en iyi izahın peşinde olmalıyız” Stephen C. Meyer
- “Aşağı
yukarı 1300 gram ola beyinde, on milyar civarında sinir hücresi vardır
ve bu hücrelerin her biri, bir katrilyon bağlantıyı meydana getirmek
için yeteri kadar fiber gönderir. Bu ise bir milyon mil karelik alanı
kaplayan, kesif bir ormandaki yaprakların sayısına eşittir.” Michale
Denton, Evolution: A Theory in Crisis, 330
- “Bir
tutam atomun niye düşünce kabiliyeti olsun ki? Niye ben, şu yazıyı
yazarken bile ne yaptığım üzerinde düşünebiliyorum; ya da niye siz,
yazdıklarımı okurken, ileri sürdüğüm fikirler hakkında, benimle aynı
fikirleri paylaşarak ya da onları reddederek, hoşnutlukla veya canınız
sıkılarak, bana karşı çıkmaya hazırlanarak veya fikirlerimin buna bile
değmeyeceğini düşünerek kafa yorabiliyorsunuz ki? Kimsenin, hele de bir
Darwinistin, bu sorulara bir cevabı yoktur. Mesele şu ki, bu sorulara
bilimsel bir cevap verilemez.” Michael Ruse
- “Dilediğiniz
sayıda bilgisayarı birbirine bağlayabilirsiniz ama sonuçta gene de şuur
sahibi olmayacaklardır, çünkü ne olursa olsun tek yaptıkları sembolleri
ardı ardına dizmekten ibaret olacaktır. –Durduk yere şuur sahibi
olamayacaklardır- ” [“Do Brains Make Minds?” içinde Closer to Truth, Ekim 2000]
- Artık
birçok bilim adamı ve filozof, fizik ve kimya kanunlarının insanların
sahip olduğu şuur tecrübesini izah edemediği sonucuna ulaşmaktadırlar.
Onlar artık, fizik âlemde sahip olduğumuz beynin yanında “ruh”, “akıl”
ya da “kişilik” denen metafizik bir gerçekliğin de şuurumuzda pay sahibi
olduğunu düşünmektedirler.
- Seçkin
bir nörofizyolojist ve Nobel ödülü sahibi olan John C. Eccles’ın
yargısı şu şekildedir: “Benzersiz şuur sahibi zihin veya benzersiz
benliğimin ya da ruhumun, doğaüstü aslı diyebileceğimiz bir şeyin
varlığına inanmak zorunda kaldım.” [The Self and Its Brain]
- -Şuur
konusunda- Buna dair tamamen maddi bir cevap bulmaya kendini adamış
bilim adamları –özellikle “maddeciler”- beynin şuuru nasıl doğurmuş
olabileceğine dair henüz hiçbir açıklamaları olmadığını samimiyetle
ifade ediyorlar.
- “Maddeciler
doğruysa, özgür iradeye güle güle. Onların bakışında, biz tabiat
kanunlarına ve programımıza göre hareket eden çok karmaşık
bilgisayarlardan ibaretiz. Ama hatalı oldukları gün gibi ortada. Bizim
özgür irademiz var. Hepimiz kendi içimizde bunu biliyoruz. Biz, yalnızca
maddi bir beyinden ibaret değiliz.” J.P. Moreland
- “Beyninin
yüzde elli üçü alınmış bir epilepsi hastası ameliyattan çıktığında
kimse onun için, ‘Burada bir kişinin yüzde kırk yedisi var’ dememişti.
Çünkü bir kişi parçalara bölünemez. Sen ya bir kişisindir, ya da
değilsindir. Ama beynin ya da bedenin parçalanabilir. Bu da demektir ki
ben bedenimle aynı şey değilim.” J.P. Moreland
- “Genel
olarak, bilgisayarlar zekâyı taklit edebilir, ama hiçbir zaman şuur
sahibi olamaz. Davranışı; canlı, hareketli ve bilinçli olmakla
karıştırmamalıyız. İleride çok yüksek zekâlı bir bilgisayar, şuur sahibi
olduğunu söyleyecek, hatta şuurluymuş gibi davranacak şekilde
programlanabilir. Ama hiçbir zaman gerçekten şuurlu olamaz, çünkü şuur
beyinden bağımsız, tamamen gayr-ı maddi bir mevcuttur.” J.P. Moreland
- “Yalnızca
madde, nasıl şuurun kaynağı olabilir? Evrim, biyolojik doku suyunu,
nasıl şuur şurubuna dönüştürdü? Şuur, kâinatta Büyük Patlama’nın
sonuçları arasında öngörülememiş, kökten bir yenilik gibi duruyor.
Öyleyse, şuur varlığa nasıl ve ne zaman dâhil oldu?” Colin McGinn
- “Kâinatın
bünyesinde barındırdığı sayısız bilinmezlik onun yaratıcısına olan
inancımızı bir kat daha artırmaktadır. Bir bilim adamının kâinatın var
oluşunun ardında yatan mükemmel zekâyı inkâr etmesi, en az bir teologun
bilimsel gelişmelere sırtını çevirmesi kadar mantıksıdır.” Werner von
Braun [Cal Thomas “Gone Bananas” World (Eylül 7, 2002)]
- “İnanç,
bir insanın sabit değil, açık fikirli olmasını sağlar. İnanç, sadece
fiziki dünyaya saplanıp kalan materyalistlerden farklı olarak kişiye
manevi gerçekliğin de farkına varma imkânı sağlar.” Sir John Templeton [M.Templeton, The Humble Approach, 115]
- Darwinizm ve Naturalizm savunulduğunda şunlara inanmak zorunda kalınır;
- Yokluktan varlık doğar
- Cansızdan canlı ürer
- Tesadüflerin sonucunda mükemmellik elde edilir
- Kaos bilgi sağlar
- Bilinçsizlikten bilinçlilik doğar
- Akıldan yoksun olandan akıl hâsıl olur
Tüm bunların ışığında denebilir ki Darwinizmi kabul etmenin tek yolu körü körüne ona inanmaktır.
- “Başlangıcı olan her şeyin bir nedeni vardır” > “Evrenin bir başlangıcı vardır”
- “Yerçekimi
yüz milyon kere milyar çarpı milyar çarpı milyar çarpı milyar çarpı
milyarda bir oranında bir hassasiyete göre ayarlanmıştır.” Robin Collins
- “Günümüzde
somut veriler bize ısrarla Tanrı teorisini işaret etmektedir. İnsan
bilmecesinin en basit ve net çözümü budur” Patrick Glynn
- “Bizler
kitapların ve bilgisayarların bir zekânın ürünü olduğunu biliyoruz ve
DNA’nın içinde de benzeri bir durumun olması onun da bir zekânın ürünü
olduğuna işaret etmektedir.” Stephen C. Meyer
- Yaratıcı,
yarattıklarına en az bir görev yüklemiştir: Tasarladığı Dünya’yı
keşfetmeleri ve bu keşifler vasıtasıyla onun varlığını idrak etmeleri.
- “Ateizmin
iddialarının hiçbiri ispat edilemez. Tanrı olmadığını nereden
bileceğiz? Ateizmin kendisi de eldeki mevcut kanıtların ötesine erişmeye
çalışan bir inançtan başka bir şey değildir.” Alister McGrath [Glimpsing the Face of God, 22]
- “Bu çok garip görünüyor ama kanaatimce Tanrı’ya giden yolu bilim dinden daha net olarak belirlemektedir.” Paul Davies
- “Hiç kimse bir kuark (maddenin esası
olduğu farz edilen ve kısmen elektrik yüklü olan üç çeşit zerreden biri)
görmemiştir ve bana göre ileride de bunu başarabilen olmayacaktır.
Proton ve nötronların içerisinde birbirlerine öyle büyük bir güçle
bağlıdırlar ki hiç kimse onları birbirinden ayıramaz. Peki, öyleyse
neden bu görünmez kuarklara inanalım? Çünkü kuarkların varlığını
etkileri vasıtasıyla bilmekteyiz. Aynı şey, görünmez olan Tanrı için de
geçerlidir. Onun varlığı bizim deneyimlerimizi ve bilgimizi anlamlı
kılar: Fiziki dünyanın nimetleri ve düzeni, gerçekliğin çok boyutlu
yapısı, neredeyse tüm insanların ortak yönü olan dua ve umut… Bence her
iki durumda da sürecin işleyişi aynıdır. Bilimden dine yöneldiğim zaman
entelektüel dünyamda bir değişim yaşamak zorunda kalmadım. Gerçeği arama
yolunda bilim ve din entelektüel iki kardeşten başka bir şey değildir.”
John Polkinghorne [Quark, Chaos and Christianity, 98-100]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder